Bir Pazar sabahindayiz… Yine soguk bir Pazar sabahindayiz… Yine puslu bir Pazar sabahindayiz… Yine gunesin kayboldugu bir Pazar sabahindayiz… Yine uykumuzun oldugu bir Pazar sabahindayiz… Ve yine yollara dokulecegimiz bir Pazar sabahindayiz… Hem de hic usenmeden… Belki yataktan goz ucuyla perdenin arkasindan hava durumunu kestirmeye calistigimiz bir Pazar sabahindayiz… Belki hava serin dedigimiz bir Pazar sabahindayiz… Belki sicak yatagimizdan ayrilmak istemedigimiz bir Pazar sabahindayiz… Ama Apolyont Golu/Golyazi Koyu icin heyecan duydugumuz bir Pazar sabahindayiz…
Bu sefer yolumuz dustu batiya… Izmir Yolundayiz… Uludag Universitesini geciyoruz… Karacabey Haralarina dogru ilerliyoruz… Bursa-Izmir Karayolunu yaklasik 35. km.sindeki kavsaktan sol karsiya gecip ic tarafa dogru yine yaklasik 5-6 km ilerliyoruz… Golyazi Koyune giris yapiyoruz…
Koye giristeki yolda sagli-solu tarlalar var… O puslu hava da bile benim en cok ilgimi ceken gelincik tarlalariydi… Hava her ne kadar serin olsa da baharin geldigi dogadan anlasilabiliyordu… Agaclarin beyazli-pembeli bahar cicekleri dallarini suslemeye baslamisti… Uzaktan bakildiginda yeni yeseren yapraklar ve goz alabildigince beyazli-pembeli minik bahar cicekleriyle agaclar… Tarlalarda ruzgarla birlikte bir saga bir sola yatan sari basaklar… Ve bunlarin arasinda buyuk obekler halinde kipkirmizi gelincikler… Canli… Kipkirmizi… Bir yol boyunca hem de!!!
Tamam; bitti… Gelincikler bitti, devam ediyorum… :)
Gerci o gun bir tezatlik vardi.. Gokyuzu gri… Bulutlu… Kapali… Gunes yok… Grinin hemen hemen her tonu mevcut… Ama o tarlalar?! :) Kimbilir parlak bir havada; gunesli bir hava da; o renkler ne kadar canlidir!
Tamam; bitti… Gelincikler bitti, devam ediyorum… :)
Koy girisinde yol ikiye ayriliyor, sahil yolu ve sehir yazan iki tabela ile… Aslina bakarsaniz eninde sonunda her iki yol da kavusuyor birbirine:) Sehir merkezine dogru ilerleyince Aglayan Cinar’a ulasiyoruz… Birazdan anlatacagim onu…
Koy girisinde yol ikiye ayriliyor, sahil yolu ve sehir yazan iki tabela ile… Aslina bakarsaniz eninde sonunda her iki yol da kavusuyor birbirine:) Sehir merkezine dogru ilerleyince Aglayan Cinar’a ulasiyoruz… Birazdan anlatacagim onu…
Koyun tarihcesi M.O.6.yuzyila kadar uzaniyor… Koy eski bir Rum koyu… Yerlesim Bizans doneminde de devam etmis, 14. yuzyilin basinda Selcuklu ve Osmanli akinlarindan korkup Iznik ve Bursa'dan kacan Hiristiyanlarin siginma yeri olmus… Daha sonra Kurtulus Savasi’yla birlikte Selanik’ten koye gocler baslamis… Ve simdiki koy sakinleri yasamaya baslamislar…
Nerden baslasak? Golden mi baslasak, koyden mi? Himmmm… Golu anlatayim once… Sonra koy sokaklarinda geziniriz hep birlikte… Yorulunca cinarin altinda oturur cay iceriz; aciktiysak balik yeriz :) Hadi bakalim! Basliyoruz! Vazzzzzgectimmmmm… Ehehheh.. Once koyu anlatacagim :))
Nerden baslasak? Golden mi baslasak, koyden mi? Himmmm… Golu anlatayim once… Sonra koy sokaklarinda geziniriz hep birlikte… Yorulunca cinarin altinda oturur cay iceriz; aciktiysak balik yeriz :) Hadi bakalim! Basliyoruz! Vazzzzzgectimmmmm… Ehehheh.. Once koyu anlatacagim :))
Golun kiyisinda bircok koy var… Bu koylerden biri de iste bizim gittigimiz balikci koyu: Golyazi Koyu!
Basladik sokak sokak koyu gezmeye… Hani bizim Bursa’da aliskin oldugumuz dag koyleri vardir ya; nispeten kerpicten evler; evlerin altinda agillar; agir bir hayvan kokusu; hemen hemen heryerden gelen inek sesleri; etrafta dolasan tavuklar vb… Iste bu koyde bunlar yok… Balikci koyu dedik ya!… Farkli bir yasam sunmus bu gol, halkina… Sokaklar Arnavut kaldirim… Evlerin hemen hemen hepsi 2 katli… Dis cepheleri renkli renkli boyali… Hatta bircok evin sokaklara bakan bahce girisleri derler ya ates tuglalari; iste onlarla orulu… Koydeki eski surlar da bahce duvarlari olmus bazi evlerde… Minicik tahta cerceveli pencereleri olan evler… Pencerelerin kenarlarinla renk renk saksida cicekler… Bahce girislerinde kocaman saksilarda bir cok cicek… Hatta hepimiz biliriz ya konserve kutuları, 5 lt buyuk yag tenekeleri icleri bosalinca bir guzel yikanir ve cicek ekilir… Iste oyle sokaklar… Bir Ege tadinda… O tahta cerceveli minicik pencerelerden disariya dogru ucusan perdeler… Ve bircocugunun ucunda danteller…. Renk renk boyali kutu gibi evler… Himmmm… Bir sicaklik vardi… Kocaman evler istiyoruz, yuksek binalarda olsun istiyoruz, sehre yukaridan bakmak istiyoruz, duvarlarimiz saten boya, kapilarimiz amerikan kapi, parkelerimiz laminat olsun istiyoruz… Perdelerimiz en luksunden ve en sukselisinden olsun istiyoruz… Saksilarimi Ikea’dan gidip aliyoruz… Neden yazdim bunlari, bilmiyorum ama koydeki evlerin cok guzel bir sicakligi vardi. Hicbirimiz sehir hayatini birakamayiz elbette… Kucuk kacamaklar belki de fark etmedigimiz ama ozledigimiz o sicakligi kalplerimize biz hissettirmeden dokunduruyordur… Ve donusteki tatli rehavet de bunun bir gostergesidir… Kimbilir…
Koyde bir kilise var: St. Constantinus Manastiri. Sadece dis duvarlari ayakta kalmis… daha onceden gidenler catisininda saglam oldugunu soylediler… Ama bizim gezimizde catinin cok kucuk bir bolumu vardi… Manastirin ici tamamen harap olmus… Sadece toprak ve uzerinde yetisen otlar var… 1-2 sutun var… Ama denilene gore o sutunlarda zaman icinde baska yerlerden toplanarak getirilmis ve bu gune kadar yarimyamalak kalmislar…
Zaten bu anlamda koyde bir gariplik var :) Yine haklin anlattigina gore soyluyorum bunlari; bu yedi asirlik donemde koy bir cok tarihsel olay yasadigi icin eski yikintilari birlestirip birlestirip yikilan yada dagilanlarin ustune eklemeler yapmislar… Haliyle de ortaya farkli zamanlara ait, farkli kulturlere ait belki tarihsel dokusu ortak olan ama aslinda o yapiya uymayan bircok tarihi yapi var… Buna benzer yine surlar var… Surlar uzerinde cesitli sekiller var… Ama bagimsizlar birbirinden… Yine zaman icinde halk surlarin uzerindeki sekilleri birbirine benzeyen taslari vb tasiyip yan yana dizmisler… Ne yaraticilik degil mi! :))
Direklerde leylek yuvalari var… Bir suru leylek gordum!
Direklerde leylek yuvalari var… Bir suru leylek gordum!
Koyde bir de bir ilkogretim okulu var… Okulun duvarina Ingilizce bir siirin Turkce tercumesi ve orijinali yazilmis… Siirin sozleri cok etkileyici idi… Sanki hristiyanlara ait dini temalar vard ev o siirlerdeki anlatimda hep bir farklilik olur, hissedilir… Iste oyle briseydi… Hem siir beni etkiledi, hem de okul duvarinda olmasi… Belki de daha cok etkileyen okulda olmasiydi… Ama ben! Ah ben! O siirden 3-5 satir yazamadim sizlere…. Ne ogrendik?! Yanimizda kalem-kagit tasimak gerekiyormus…
Koy sokaklarinda gezerken surekli gordugumuz bir sahne: balik tablalari, aglari, balik temizleyen kadinlar… Cunku koyun gecimi balikcilik uzerine kurulu… Gecmis yillarda gol bu kadar kirlenmeden once golden cikan baliklar cok daha fazlaymis… Cok fazla kerevit varmis, olsa da yesek simdi :) Balik mezatlari kurulurmus koyde… Civar sehirlerden balik almaya buraya gelirlermis… Koyde oldukca iyi para kazanirmis… Zaten yukarida da dedim; dag koylerinden farklilar diye… Koy zengin bir koy… Bu hemen hissediliyor… Bu farkliliktaki pay belki de biraz eski Rum koylululerinin Ege havasini yasatmalarindan da olabilir… Cocuklarin cogu sarisin ve renkli gozlu… Kizlarin cogunu saci uzun… Cocuklarin yanaklarinda tatli bir kizarmislik var hem gunesten hem de sudan… Su ve balik kokusu hep hissediliyor… Derin derin nefesler alarak bu konudaki tukenmisligimizi gidermeye calisiyoruz…
Golden cikan baliklar turna ve sazan. Biz dolasirken sokaklari golun kiyisinda balik satisi yapiliyordu kasa kasa… Yeni yakalanmis taze baliklar… Kasalardan kasalara atliyorlardi… Tam havadayken fotograflamaya cok calistik ama yetisemedik bir tanecik bir ziplayisa:)
Sokak arasinda olan koy firina ugradik… Havanin serinligi belki etkilemiyordu ama yavastan yavastan yorulmaya ve acikmaya baslamistik… Koylu kadinlarin firindan yeni cikardigi simsicak cevizli lokumlardan ve eksi mayadan yapilan kocaman koy ekmeklerimizi aldik… Yuruyuse devam ettik… Koprubasina dogru ilerlerken koylulerin sattigi zeytinlerden ve pekmezlerden de aldik… Koprubasinda bir caybahcesi, koy kahvehanesi var, oturduk…
Koyun girisindeki tabelalardan sehir merkezine dogru ilerleyince Aglayan Cinar’a ulasiyorsunuz demistim… Ve buyuk bir cinar… Eski bir cinar… Coook eski… 450 yillik oldugu soyleniyor.. Adi “Aglayan Cinar”… Iste koprubasindaki koy kahvehanesinin orada… Duble caylarimizi soyledik, actik lokumlarimizi, pekmezlerimizi, soluklanalim biraz dedik cinarin altinda… Neden adi bu? Cinar neden agliyor dersek, soyle anlatayim… Agacin govdesi icinden gelen ve dallarindan su cikiyor… Bence su degil de bu muhtemelen bazi bitkilerin kendi sivilari olur ya viskozitesi yuksek, kolay kolay akmayan... Oyle bir sey… Hatta bir bitki de var boyle, kendi sivisi yapraklarinin icinden cikinca agliyor derler, adini hatirlayamadim… Adi buradan cagrisim yapmis olsa gerek… Bu anlamda cok entresanligi yok. Ama yasi ve buyuk govdesinden oturu saygimiz buyuk :))
Yine burada baligimizi yiyebiliriz… Istersek cinarin hemen dibinde yapilmis ufak havuzdan yiyecegimiz baligimizi secebiliriz; ama sectigimiz baligimizin temizlenmesi biraz zaman alır, zamandan kazanmak ve hemen baligimizi yemek istersek de iceride hazirlanmis olan baliklardan siparis edebiliriz... Taze citir citir ekmek… Kocaman bir salata… Veee gol kiyisinda bir masa… Nasil??? Hemen gidesi geliyor di mi insanin :)
Burada kafede yada koy kahvehanesinde calan muzikler dikkatinizi cekerim Fransizcaydi! Inanmiyor musunuz yoksa… Beklemediginiz bir sey mi :) Evet! Hep Fransizca caldi… Ve muhtesemdi… Ben bile CD’lerinden edinmeyi dusunmedim degil dogrusu… Eger yolunuz duserde giderseniz, aklinizda olsun, 1 kopya lutfen ;)
Burada kafede yada koy kahvehanesinde calan muzikler dikkatinizi cekerim Fransizcaydi! Inanmiyor musunuz yoksa… Beklemediginiz bir sey mi :) Evet! Hep Fransizca caldi… Ve muhtesemdi… Ben bile CD’lerinden edinmeyi dusunmedim degil dogrusu… Eger yolunuz duserde giderseniz, aklinizda olsun, 1 kopya lutfen ;)
Nerde kalmistik efendim… Soluklaniyorduk degil mi… Burada soluklanip cay-sicak lokum-pekmez-balik-salata-tavla keyfi yaptiktan sonra oklar gole cevrildi! Evet! Evet! Golde kayikla gezinti! Kosa kosa golun kiyisina gittik… Henuz yaz gelip fazlaca sicak bastirmadigi icin su seviyesi yuksekti… Bu yuzden gol kiyisinda kalan agaclarin govdelerinin en azindan yarisi su icinde… Harika bir goruntu! Durgun bir su… Suya gomulu agaclar… Agaclarin suya degen dallari… Yapraklari… Ve bir balikci kayigi… Bu zevk asla kacirilamazdi… Biz de balikci kayigimiza bindik… Ne kadar cok ozlemisim balikci kayigi ile gezmeyi… Kayigin arkasinda pir pir calisan moturu… Kurekleri… Giderken ruzgarin yuzlerimize vurusunu…
Golun kiyi kismi sazliklarla dolu… Su fazla derin olmadigi icin de oldukca bulanik… Golde ufak ufak adaciklar var; Halilbey Adasi, Manastır Adasi, Heybeli Ada, Kizadasi.. Hemen hemen hepsinin de bir hikayesi var… Heybeliada gole bir kopru baglaniyor… Kisin su seviyesi yuksek iken koprunun alti suyla doluyor ve ada oluyor, yazin su seviyesi azalinca koprunun alti kuruyor ve yarimaada oluyor…
Kayikla gezerken bircoguna baktik… Hikayelerini dinledik… Golun ortasinda kayiklarimizin motorlarini durdurduk… Sessizlik icinde bir suya baktik… Bir adalara… Bir gokyuzune… Iste hava acik olsaydi, daha bir guzel olacakti bu anda :) Neyse efendim… Ortam cok guzeldi… Balik aglarini gorduk… Baliklar gorduk… Balikcilar gorduk… Pelikanlari gorduk… Leylekleri takip ettik… Kayikta giderken Titanik’te geminin burnundaki o meshur sahnesini, yada matrix’teki Leo’nun yine o meshur mermilerle olan dans sahnesini bile gerceklestirdik! Kureklere asilanlarimiz oldu… Motoru kullananlarimiz oldu… Kayiklardan hicbirimizin inesi gelmedi… Hele benim, hic!
Sira geldi artik donmeye… El salladik… Soguk havadan sicak arabalara yoneldik… Yolda uyumak istercesine sicak araba icinde keyifli bir gun gecirmistik…Golyazi’ya… Apolyont Golu’ne gidecekler olanlar! Beni de alin!
Bir baska yerde gorusmek uzere… Sevgilerimle.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder