Çarşamba, Nisan 20, 2016

Kız Kulesi ile Galata Kulesi’nin Aşkı

Kız Kulesi ile Galata Kulesi’nin Aşkı

Kahve fincanı hiç dile gelir mi hiç demeyin, gelir efendim! Alır sizi götürür düşlere, anlatır da anlatır… Aşkı anlatır! Aşıkları anlatır! Aşka aşık olmayı anlatır! Konuşamazsın, sözünü kesemezsiniz, kelimeler boğazınızda düğümlenir. Bir yudum kahve alırsınız, düşe dalarsınız. Bir yudum daha alırsınız, düşe devam edersiniz. Kahvenin kırk yıl hatırı varsa bu fincanların bir ömür! Aşk bu, önüne geçemezsin, durduramazsın, susar, başını öne eğer-bir fincan dahi olsa!- ve dinlersin… Haydi bir kahve çek kendine, biri sütlü biri sütsüz olsun, biri Kız Kulesi biri Galata Kulesi gibi olsun. Afiyet olsun.
  

Boğazın derin, soğuk ve karanlık sularında yalnızdır Kız Kulesi (önceki yazı için tıklayın). Yalnız, yapayalnız. Öylesine tek başınadır ki boğazın ne hoyrat dalgalarını ne hırçın rüzgârlarını ne de kızgın güneşini umursar. Hüzünlüdür. İçine kapanmıştır. Işıltısını kaybetmiştir. Yorgun ve yılgındır. Ama bir o kadar da asil. Bir o kadar da zarif, alımlı ve endamlı. Öylesine vakurdur ki kıyıdan insanın ona saatlerce bakası gelir, alır götürür insanı bu dünyadan o dünyaya, efsaneden efsaneye, masaldan masala…

Zaten İstanbul efsaneler şehri değil midir? Aşkların şehri, âşıkların şehri, kavuşamayanlar şehri, yalnızların şehri… Efsane bu ya, evvel zaman iken zaman zaman içinde, kalbur saman içinde iken yoksullar handa beyler konakta padişah sarayda iken yıllar yılları kovalamış, yüzyılları doğurmuş, gün gelmiş çatmış ve Kız Kulesi denizin ortasında yavaş yavaş yükselen bir kule görmüş, bu ne ihtişam! Çok heyecanlanmış. Acaba yalnızlığı, hani o içini çürüten, küflendiren, onu solduran yapayalnızlığı bitecek miydi? 

Gizliden gizliye günden güne kulenin yükselişini izlemiş. O kadar merak içindeymiş ki her gün kuleye bakmadan yapamıyormuş. Güneşin ışıklarının kuleye vuruşuna, ay ışığının kuleyle dans edişine hayran kalmaya başlamış. Gözlerini kuleden alamıyormuş. Kule de öylesine kudretli öylesine heybetli görüyormuş ki kıyıdan geçen insanlar hayran kalıyorlarmış. Bu kule öylesine gösterişliymiş ki İstanbul’un her yerine hâkimmiş.  Galata Kulesi’ymiş adı. İstanbullular bu yakışıklı Galata Kulesine baktıktan hemen sonra gözlerini nazlı güzel Kız Kulesine çeviriyormuş, acaba bu yalnızlık bitiyor mu? Hani o Kız Kulesinin içini çürüten, küflendiren, onu solduran yapayalnızlığı…

Beyoğlu’nda yavaş yavaş yükselen bu heybetli Galata Kulesi de Üsküdar’da kendisini izleyen nazlı güzel Kız Kulesi’ni görmüş. O da içten içe vurulmuş. O da gizliden gizliye günden güne Kız Kulesi’ni izlemiş. O da güneşin ışıklarının Kız Kulesi’ne vuruşuna, ay ışığının Kız Kulesi’yle dans edişine hayran kalmaya başlamış. O da gözlerini artık Kız Kulesi’nde alamamaya başlamış.

Birbirlerini her an süzmeye başlamış âşık kuleler. Ezberlemişler artık yakıcı güneşin duvarlarına vuruşunu, hoyrat dalgaların eteklerini yalayışlarını, hırçın rüzgârların saçlarını savuruşlarını, başlarında uçuşan martıları, balıkçı teknelerini, onları izleyen İstanbulluları… Ulaşamamışlar birbirlerine, anlatamamışlar aşklarını, seni seviyorum diyememişler!  Kahrolmuşlar! Parçalanmışlar! Yanmışlar! Yıkılmışlar! Vazgeçmişler.

Kıyıdan onları izleyen insanlar çok üzülmüşler. Kederlenmişler. Dertlenmişler. “Bir çare! Bir çare!” demişler, “İstanbul boğazsız, boğaz bu iki kulesiz, bu iki kule aşkız olamaz” demişler! El ele vermişler. Yeniden ayağa kaldırmışlar bu iki kuleyi. İki kule de yeniden umutla tutkularına sarılmışlar. Aşacaklarmış aralarındaki boğazın derin, soğuk ve karanlık sularını! Hazerfan Ahmet Çelebi çıkmış gelmiş, demiş Galata Kulesine “Ben Galata’dan Salacak’a kadar kuş olup uçağım!” Galata Kulesi sevinmiş, gözleri parlamış. Demiş “Ben, biricik sevdiceğime, Kız Kulesine, mektuplar yazıyorum, şiirler diziyorum. Benim aşkımı görsün. Beni sevsin. Bana inansın. Lütfen benim mektuplarımı ona götür, kuş ol, kanatlan, uç, ona götür”. Gözleri dolu dolu olmuş Hazerfan Ahmet Çelebi’nin Galata Kulesi’ni dinlerken. Yüreği hem sımsıcak olmuş hem de burkulmuş, göğe bakmış “Ey aşk!” demiş. “Tamam!” demiş. Çıkmış Galata Kulesinin tepesine, takmış kanatlarını sırtına, almış mektupları saklamış koynuna. Salıvermiş kendini gökyüzünden denize doğru bir beyaz tüy gibi. Salınmış, salınmış, salınmış Üsküdar’a doğru… 

Boğazın hoyrat dalgaları, hırçın rüzgârları ve de kızgın güneşi izin vermemiş Hazerfan Ahmet Çelebi’ye. Güneş gözlerini yakmış, bakamamış ileriye görememiş önünü… Rüzgârlar savurmuş kanatlarını almış götürmüş onu bir uçtan bir uca, saçılmış mektuplar havaya… Dalgalar dağıtmış denize düşen mektupları boğazın derinliklerine doğru bir o yana bir buna … Martılar korkmuş, balıklar korkmuş, yunuslar korkmuş bu hiddetten! Galata Kulesi, kahrolmuş! Parçalanmış! Yanmış! Yıkılmış! Kız Kulesin içi çürümüş!  Küflenmiş! Solmuş! Yorgun! Yılgın! Kavuşamamışlar yine…

Ama bilmişler artık birbirlerini sevdiklerini, yer gök insanlar şahit olmuş onların aşkına… Cezayir’e sürülen Hazerfan Ahmet Çelebi ile kıyıdaki İstanbullular, İstanbuldaki minare silüeti,  düşkünlerin evi sarhoşların meyhanesi yedi tepe İstanbul bu aşkı sessizce izlemeye devam etmiş… Şehir gece uykuya dalınca fısıldaşmışlar, güneş duymamış, rüzgâr duymamış, dalgalar duymamış aşk sözcüklerini… Martılar bile duymamış! Kavuşamamışlar ama Üsküdar’dan Beyoğlu’na, Beyoğlu’ndan Üsküdar’a doğru bakışmışlar yine yine yine durmaksızın hep. 
  

Bir başka kahve keyfinde buluşmak üzere… 


Perşembe, Nisan 14, 2016

Anne-Çocuk Blogger Buluşması ve Pia Polya

Anne-Çocuk Blogger Buluşması ve Pia Polya
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlamaları ve coşkusu bizde bir hafta öncesinden başladı.  Çocukların yeni oyun arkadaşı çizgi karakter Pia Polya’nın daveti ile yolumuz sevgili Melis namı-ı diğer Süslü Melo’nun düzenlediği Anne-Çocuk Blogger Buluşması’na düştü. (‘Pia kimdir?’ diye merak ediyorsanız bu yazıyı okuyunuz: Pia Polya ve ‘Süslü Melo kimdir?’ diye merak ediyorsanız bu blog sayfasını ziyaret ediniz: Önce Kadın Sonra Anne  ve ig/mezzokate_oncekadinsonraanne)

Süslü Melo -ki tanımaktan büyük keyif aldığım kadınlardan biri- özenli bir hazırlık süreci sonrasında birçok anne ve çocuğu Altıntepe’deki Muzipo Kids Çocuk Eğlence&Aktivite Merkezi’nde bir araya getirdi. 

Aktivite merkezinin ana kapısından içeri girip sağa yöneldiğimizde hemen bahçe girişinde hazırlanan aperatif masası ve yan taraftaki çardak altına hazırlanan masalar, çay ve kahve eşliğinde uzun keyifli sohbetlere imza atılacağının habercisiydi. Hele ki sevgili Melis’in bizleri güler yüzlü karşılaması ise günün bitmemesini hiç istemeyeceğimizin ilk sinyallerini veriyordu. Çocuklar, kâh içerde kâh dışarda bahçede gönüllerince oyun oynarken biz anneler de bu bahar havasının tadını blog yazarları, iş sahipleri ve birbirimizle tanışarak çıkardık. Süslü Melo’nun anne olma ve kadın olma üzerine sohbetiyle başlayan bu özel buluşma, Muzipo Kids Altıntepe şubesinin yetkilisinin kuruluş hikâyeleri ve bugüne kadar aldıkları yol, evimizin kış dönemlerindeki vazgeçilmezi cold-mix’in üreticisinin ürünleri ve bitki çayları, yaratıcı piramit oyuncağının sahibinin oyuncak tanıtımı ve Melis’in klinik psikolog olan kız kardeşinin farkındalıklar üzerine söyleşisiyle devam etti. 
Elbette ki benim için günün en büyüleyici zamanı (orada bulunma anlamımdan ötürü) Pia Polya’nın konuşmalara katıldığı zamandı. Dijital ortamdaki iki boyutlu formundan özgürleşerek ete-kana-cana bürünüp aramıza katılan Pia’nın, sohbet için yanımdaki mavi renkli ahşap sandalyeden usulca kalkarak masaların en başına geçmesini büyük bir heyecanla takip ettim. Kalbim, eminim ki, en az Pia’nın ki kadar hızlı çarpıyordu. Tüm katılımcılar pür dikkat Pia’yı dinlemeye koyulduk. Pia’nın fikir olarak nasıl doğduğunu, kimlerin ona emek verdiğini, hangi yolda yürüdüğünü dinledik. Çocuklara nasıl bir oyun ablası olduğunu, facebook grubu ile anne ve çocuklara nasıl katkı sağladığını ve hangi ücretsiz oyunları paylaştığını öğrendik. Kendi sayfasında yer alan oyun kartlarının, yap-bozların ve yeni nesil oyuncaklar arasında tarif edilen magnet oyunların bebek ve çocuk zihninde yarattığı farklılıkları öğrendik. Konu konuyu açtı, Pia konuştu, biz dinledik, soru sorduk, sohbet ettik.


Bizlere marka rengi olan mor çevre dostu kağıt torbalarının içinde özel oyun kartı ve magnet oyuncağını hediye etti. İki boyutlu posteri ve üç boyutlu dünya insanı hraliyle hatıra fotoğraflarımızı çektik. (Şu yazıyı da okumanızı öneririm: Pia Polya 1 Yaşında)
Tüm bunlar olurken göz açıp kapayıncaya kadar zaman su gibi akıp geçmişti. Saatler akşamüstünü gösterirken güneş bize elveda demeye hazırlanıyordu. Süslü Melo oldu Masalci Melo ve son saatlerimizi çocukları bahçeye toplayıp onlara masal anlatarak taçlandırdı. Her birimize 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı anısına ulu önder Atatürk’ün gülen profillerinden oluşan posterini, ulusal bağımsızlık simgemiz ay yıldızlı Türk Bayrağımızı hediye etti. Bayrağımızı eve dönüş yolunda elimizden bırakmadığımız gibi artık her resmi bayramda yanımıza alarak sevgili Melis’in kulaklarını çınlatıyoruz. Atatürk profilleri posterini de ‘ağaç yaşken eğilir’ felsefesiyle eşleştirme kartları olarak kullandık. Hatta, Pia Polya’nın facebook sosyal ağı üzerindeki anne&çocuk etkinlik grubu olan Pia Polya Oyun Ablası Grubunda paylaştık bile. 
  

Ve melo’nun biz kadınlara el yazısıyla yazdığı özel notunu içeren mini ayna hediyesiyle bu günü ölümsüzleştirdik.
Her şey için teşekkürler güzel ve başarıları kadınlar, sevgi ve selamlarımla Süslü Melo ve Pia!

Benden size öneri olan Pia Polya ve İmagnetFun’ı siz de benden bağımsız ve özgürce keşfedebilirsiniz:
Web Sayfası:  www.imagnetfun.com
Facebook Sayfası:  www.facebook.com/PiaPolya
Facebook Sayfası:  www.facebook.com/imagnetfun
İnstagram Sayfası:  www.instagram/piapolya
İnstagram Sayfası:  www.instagram/imagnetfun 
Pinterest Sayfası:  www.pinterest/piapolya
Facebook Grubu: