MİD KAMPTA: "KÜÇÜKKUYU/ASSOS"
Bir kamp hevesidir aldı başını gidiyor bizde. Outdoor sport aktivity merakı böyle bir şey işte. Önceki yazılarımda da yazdığım gibi başlayınca durmak bilmiyor, keyif alınca insan devamını getirmek istiyor. Bu bayram tatilinde de hevesimizi daha da körüklemek istedik, iki aile bir araya gelip sohbetli muhabbetli alternatif bir tatil olsun bir de bayram üzeri trafikte yorgunluk olmasın Bursa’ya yakın bir bölgede kamp kuralım dedik.
Bugüne kadar 4 kamp (okumak için tıklayınız: 1. kamp, 2. kamp, 3. kamp, 4. kamp) görmüş 9 senelik emektar
çadırımızın çubuğu bir önceki kamp maceramızda kırılınca yeni bir çubuk almak
yerine çadırımızı büyütmeye karar verdik. Zaten iç giriş fermuarında da
takılmalar yaşıyorduk. İki arıza üst üste gelince ve kamplara devam etme
niyetine girince yeni bir çadır alma fikri bizi daha çok heyecanlandırdı.
Önceki çadır tecrübemizden dolayı bu sefer iç yüksekliği daha fazla (190 cm),
içi daha geniş (4 (+1) kişilik oda) ve önünde verandası (6 m2) olan bir aile çadırı
(model için tıklayınız) aldık. Yeni çadırımızı kurmaya başladığımızda yere serdiğimiz zaman geniş yer kapladığından dolayı
ilk başta gözüme hiç kuralamayacak görünse
de içine girip uyuyunca ve kullanınca oldukça konforlu olduğunu fark ettim.
Toplaması kurarkenki acemiliği üzerimizden attığımız için çok daha kolay oldu.
Gerçekten güzel bir çadır tercih etmişiz. Özellikle iç kısımda köşelerde buluna
4 adet file cep, telefon-gözlük-anahtar-fener gibi el altında kolayca bulunması
istenen aksesuarları koymak için oldukça iyi tasarlanmış bölümler. Çadırın
güneş altında kaldığında polyester dış tentesinin de uv ışınlarına karşı spf 30
faktör koruma sağlaması destekleyici bir avantaj. Bir önceki çadırımızdaki dış
tente ile iç tente arasında boşluk pek olmadığından havalandırma konusunda
yeterli ihtiyacı ve rahatı sağlayamıyorduk. Bu çadırımızda ise iç tente, dış
tenteye kanca ile geçmeli olduğu için havasız kalma veya sıcak basma gibi bir
durum ile karşılaşmadık. Hatta kampın ikinci günü yağan kısa süreli yağmura
karşı çadırımızın su geçirmezliğini de test etmiş olduk ve bizden geçer not
aldı.
Kampçılık malzemelerimizden eksik olanlarımızı da
tamamladık. Belki mat-uyku tulumu ikilisi ile dağcılık ruhuna aykırı ama aile
kampı için bir şişme yatak vazgeçilmezlerden. Tabii onu şişirmek için de bir
pompa. Önceden müşterek kullandığımız bu pompadan bu sefer kendimize ayrı
aldık. Yine nispeten kolay kampçılık için elektrik gibi her şey dâhil kamp
alanlarını tercih ettiğimizden dolayı çadırımızın geniş verandasında kullanmak
üzere tek göz elektrikli ocağımız, elektrikli çaydanlığımız, elektrikli
cezvemiz, elektrikli sinek kovarımız, elektrikli ışıldak ve 50 metrelik 4 gözlü
makaralı elektrik kablomuz ile küçük boy katlanır masamız demirbaşlarımız
olarak aramıza katıldı. Bir de bunlara
her ihtimale karşı kademeli sıcak hava ve soğuk hava üflemeli elektrikli portatif
fanımız eklendi. Ne de olsa çadırda bir çocuk uyuyacaktı ve muhtemel soğuk
havayı ciğerine soluyup hastalanmasını göze alamazdık. Bir sonraki alışveriş
listemizde az yer kaplayan, hafif, birçok yemeği hazırlayabilmeye imkân veren
kamp mutfak kapları var :)
(videoyu sesi açarak izleyiniz :) )
Bölgedeki kamp alanları, Çanakkale ve Balıkesir illeri
arasındaki Edremit Körfezinde yer alıyor. Alp
Dağları’ndan sonra oksijen deposu olarak bilinen ve mitolojik antik
dönem efsanelerine ev sahipliği yapan Kaz Dağları (önceki yazı için tıklayınız)’nın (Afroditin Hermese,
Parisin Helenaya aşık olduğu efsanevi İda Dağı) etekleri ve yamaçlarında
konumlanmış durumdalar. Tepede yer alan kamp alanları endemik göknar, meşe,
kestane, gürgen ve karaçam ormanlarının içinde, yamaç ve deniz kenarında olan
kamp alanları ise ölümsüzlüğün sırrı, bolluk-bereket ve barışın simgesi olarak
bilenen efsanevi zeytin ağaçlarının içinde yer alıyor.
Kıyıdakilerin kendilerine ait denize sıfır plajlarının olması ise büyük bir avantaj. Üstüne üstlük Küçükkuyu (okumak için üstünü tıklayınız) beldesinin (Homerosun İlyada destanında sık sık bahsi geçer) denizi de mavi bayraklı bir deniz.
Kıyıdakilerin kendilerine ait denize sıfır plajlarının olması ise büyük bir avantaj. Üstüne üstlük Küçükkuyu (okumak için üstünü tıklayınız) beldesinin (Homerosun İlyada destanında sık sık bahsi geçer) denizi de mavi bayraklı bir deniz.
Güneşin uyanmak için yavaş yavaş hareketlendiği sırada,
sabah serinliğinin hafif hafif ısırdığını hissettiğiniz iskelede, ufuk
çizgisinin altında beliriveren şafağı izlemek ve gece yarısı dolunay gökyüzünde
belirdiğinde, denizin ateş böceklerinin oluşturduğu yakamozu görmek koyun
tarifi kelimelere sığmayacak olan güzelliklerinden.
Şimdi gelelim kamp maceramıza… Sabah saatlerinde yola çıkmamıza rağmen kamp alanına gelip çadırlarımızı kurmaya başladığımızda güneş tepemizde en sıcak haliyle dikiliyordu. Oldukça fazla sıcağa kalmıştık. Geçe kaldığımızı o an daha fazla hissettik. Aslında bunda ekstradan vakit kaybetmemizin de rolü büyüktü. Çünkü internet üzerinden bölgenin en iyi (!) kamp alanlarından biri olarak nitelendirilen seçtiğimiz kamp alanında ciddi bir kalabalık mevcuttu. Çadırların dipdibe kurulu olduğunu ve boş alanların güneşin alnında kalan alanlar olduğu görünce başka bir yer aramamız gerektiği anladık. Neyse ki bölgede birçok alternatifin (!) olduğunu öğrendiğimiz için üşenmeyip o sıcakta arabaya tekrardan atlayıp Küçükkuyu ve Assos arasındaki neredeyse tüm kampları o kamp senin bu kamp benim diyerek tek tek dolaştık. En sonunda ilk geldiğimiz yerin yanındaki kamp alanına geri döndük, kötünün en iyisi olarak. O kadar yol yorgunluğa geri dönmeyi göze alamadığımız ve bir umut güzel olur diye içimizden geçirerek gölgelik alana çöreklenip çadırlarımızı kurduk.
Yerleştiğimiz kamp alanının işletmecileri oldukça güler güzlü, sıcakkanlı, ilgili ve misafirperver kişilerdi. Bizlerin ve tüm konuklarının rahat etmesi için ellerinden geleni yaptılar. Kurban Bayramında alanlarında konaklamamızdan dolayı bize ve tüm konuklarına bir ev sahibi edasıyla kavurma ikram etmeleri misafirperverliklerinin bir başka göstergesiydi. Kamp alanında kendilerinin işlettiği bir büfe anlık tüm ihtiyaçlarımızı karşıladı. Elektrik ihtiyacımızı tesisten karşıladık. Bir buzdolabını tamamen bize ayırdılar.
Bunun dışında bölgedeki kamp alanları oldukça ilginç. Bence (bence diyorum, benim gözümden, benim beklentime göre yani) outdoor/camping heyecanına ulaşamamışlar. Yazlıkçı mantığı ile işletiliyorlar. İlgisizlikten dolayı oldukça bakımsızlar. Tuvalet ve duşlar yetersiz. Mutfak alanları da keza aynı. Çadırlar için ayrılan alanlar düzensiz. Araç alanları karmakarışık. Çevre aydınlatmaları yetersiz. Ortak alan bahçeler bakımsız. Etrafın taşlık, çorak, toz-toprak olması ve bir avuç çim-çimenin olmaması bir başka eksiklik. Belki de bu tesislerin/alanların kadrini kıymetini çoluklu çocuklu nizamlı derli toplu kamp(!) yapma arzumun, günübirlikçi veya yazlıkçı çadırcılık anlayışından uzak olmasından anlayamamışımdır, kimbilir :) :) :) Ama eğri oturup doğru konuşursak az bir maliyetle bölgedeki tüm kamp alanları kendilerine çeki düzen verebilirler, minimum temizliği sağlayabilirler, mutfak koşullarını iyileştirebilirler, tuvalet ve duşlarını elden geçirebilirler, peyzaja önem verebilir. Ama açıkçası “bence” bu çadırcılık kafasıyla bu işler olmaz. Bir dış mekan spor faaliyeti olarak çadır kurarak kamp yapma kültürüne ulaşamadıktan sonra bizleeeer daha çooook yurtdışı kamp alanlarına bakıp bakıp imreniriz. Eminim ki ülkemizde bu vizyona sahip kamp alanları vardır ama anlaşılan o ki bu alanlarının sayıları parmakla sayılacak derece az. Böylesine güzel koyların böylesine vasat işletilmesi oldukça acı. Bu bölgede tekrar kampa gider miyim? dersek… tesis koşulları aynı olduğu sürece ve çocukların yaşlarından ötürü ne yazık ki hayır derim.
Tesislerin fiziki imkânlarının kısıtlı ve yer yer
yetersiz olmasına rağmen bölgenin kaçırılmaması ve yaşanması gereken doğal
güzellikleri elbette var. Yiğidi öldür ama hakkını yeme demişler. Kamp
alanından gün içinde çıkıp bölgeyi mutlaka keşfetmelisiniz! Yeniden yazı yazmıyorum, linkler işte aşağıda:
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder