Salı, Temmuz 25, 2017

KOCAYAYLA KAMPI

KOCAYAYLA KAMPI
Hani şu çok bilindik “her yolculuk, yeni bir serüvendir”, “her kamp, bir diğerinden başkadır” ve “bazı anlar vardır ki; pişmiş tavuğun başına gelmez” cümlelerini tek bir paragraf içinde kullanabilenler el kaldırsın :) Bu arada tabi bize de bir alkış gelsin ki zira şimdi yazacaklarım  tüm bu cümleleri içeriyor olacak :) Hadi başlayalım!

Serüvenimiz, geçen sene birincisi düzenlenen, bizim ise Pazar günü diye ikinci günü anca öğleden sonra yola çıkmamızdan dolayı sonuna yetişebildiğimiz, bu nedenle hayıflandığımız,  toplanan otağı ve biten at gösterileri aklımızda kalan 2. Türk Dünyası Ata Sporları Şenliği’ne ait (Şenlik yazısını okumak için: TIKLAYINIZ).
Rotamızı Bursa ilinin Keles ilçesindeki Kocayayla’ya çevirdik (Ayrıca okuyunuz: Barakli-Bogazova Mevkii ve ARAS GOZESI ve SADAGI KANYONU - ORHANELI).  Çocukluğumdan biri çok kereler günübirlik geldiğimiz, başka bir kamplı şenlikte karavan+çadır ile başka bir bahar şenliğinde kamp yaptığımız Kocayayla, Bursalıların nefes aldığı alanlardan biridir. Bölgede şenlikler, büyük piknikler, dağ yürüyüşleri düzenlenir. Yolculuğumuz, genel olarak dönemeçli ve yamalanmış asfaltta geçse de Orhaneli Yolu üzerindeki yol yapım çalışmaları trafik kapama dışında kolay geçti ve kamp alanına rahatlıkla ulaştık (Kamp alanı detaylı bilgileri için: TIKLAYINIZ). 25-30 metre yükseklikteki oksijen kaynağı çam ağaçlarının altında çadırımız kurmak için gözümüze mis gibi (!) bir yeri kestirdik. Su kaynağı olarak çeşmeye yakındı, elektrik almak için idari binayla mesafesi uygundu, tuvaletlere yeter mesafedeydi,  eğimi uygundu, toprak yüzeyine çıkmış büyük ağaç kökleri yoktu, eşyaları taşımak için otoparka yakındı. Yayla sorumlusu da yerimizi uygun buldu. Kamp komşularımız da içimize sindi. “E hadi o zaman, haydi kuralım” dedik :)))) Çadırımızı kurmaya başlarken, aynı model çadıra sahip yeni gelen bir aile ilk kez kuracakları için bizden yardım istediler (yardımlaşma hem Türk kültürümüzde var hem de outdoor sevdalılarının olmazsa olmaz kuralı), önceliği onlara verdik, çadırlarını birlikte kurduk. İşte bu noktadan itibaren macera başlıyor, tavuğu pişirmeyle başlayalım :) Sıra bizim çadırı kurmaya geldi, yarı yarıya kurduk/az kaldı/ ne de çabuk oldu/ elimiz alıştı derken orta pol, kanalından geçerken takıldı ve içindeki lastiği koptu! Aman Allah’ım!!! O çıt sesi ve lastikten kurtulan polün dağılarak topraktaki çam iğnelerinin üstüne düşüşündeki ses, sanki koca dağda yankılandı. Bu noktada aslında ben sınıfta kaldım, canım sıkıldı, keyfim kaçtı, moralim bozuldu, yüzüm düştü, toplanalım şehre inelim geceye dedim. Çünkü önceki kamplardan birinde eski çadırımızın da polü kırılmış ve sıkıntı yaşamıştık. Aynı olay yeniden başımıza gelmişti. Ve yine ben evrenin mesajını algılayamayıp sorunu çözemedim. Çadır kurmaya ara verip çocuk taşıyıcılı sırt çantamı sırtlayıp şenlik alanına koyulmakta buldum çareyi, çünkü lastiğin polün içinden geçecek kadar yeterli olduğuna inanmıyordum.
Ama öyle değilmiş. Ben doğa dersini geçemesem de aslında biraz uğraşarak ve morali bozmadan tamir oluyormuş. Kızımla eşyaları arabaya artık yerleştirmeli diye kamp alanına geri dönerken bir baktım ki Murat, hiç üşenmeden (nasıl yaptığını hala sır olarak saklıyor) polü tamir ettiği gibi çadırı bile kurmuş komşularla (üstüne üstlük biraz daha ötede aynı model çadır da kurmuş). Demek ki her kamp, bir öncekinden her yönüyle bambaşkaymış :) Geri gelen hevesimle kalan işlere devam ettik. Şişme yatağımızı şişirdik, giriş yaygısını yaydık ki (işte o tavuk da pişti geçen bu süre zarfında); yağının üstünden çadırın içine doğru sular akıyor. Eyvahlar olsun! Çeşme yok, dökülen su yok. Bu su da nerden geliyor! Alelacele yaygıyı kaldırdık ve topraktan bir cm çapında bir delikten su fışkırıyor. Olacak şey değil! Yan komşumuz (senelerdir tüm yaz 15 günde bir gelip ailece haftasonu kampı yaparlarmış ve çadır yerleri hep aynıymış) bizden daha büyük bir şaşkınlıkta. Yayla sorumlusuna telefon ederken dar telaş çadırı arkada başka bir bölgeye taşımak için kazıklarını sökmeye başladık. Bu sırada su, eğimden dolayı aşağıya akarken aşağıdaki yan komşunun çadırına sızmaya başlamıştı. Hemen imece usulü suya yön vermek için keserle toprakta kanal oluşturduk. Bu sefer doğa ananın vermek istediği problemlerle baş edebilme dersini kaçırmadım, dersi geçtim.
Pişmiş tavuğumuzun başına talihsizlikle gelmeye devam ediyor :) Çadırın arka kazığını çekince bu sefer topraktan daha da güçlü bir su fışkırdı. Ve o su da yolunu buldu, arkadaki komşunun çadırını doğru akmaya başladı. Bu arada bir aile (biz) çadırını toplayamadan kuru bölgeye kaçırmaya çalışıyor, bir aile (arka komşu) su için yeni bir kanal kazmaya çalışıyor, diğer aile (yan komşu) gelen yayla sorumlusuna topraktan fışkıran suları gösteriyordu.

Sular, az yukarıda bulunan idari binaya giden temiz su hatlarıymış. Ama yıllar önce yüzeye çok yakın döşendikleri için çürümüşler. Biz de nasıl denk getirdiysek çadır kazığını gidip o hatların üstüne kakmışız. Senelerdir aynı ağaç arasına çadırını kuran komşu bile bizim bu müthiş su hattı bulma enerjimize şaşırdı kaldı. İçgüdüsel, bakır tel çubuk olmadan su hattı bulunur, bilginize! :)) Bu duruma, keşifti, malzemeydi derken birkaç kez gelen görevliler de şaşırdı. Neyse ki bundan başka bir atraksiyon yaşamadık. Yeniden çadırımızı kurduk, eşyalarımızı yerleştirdik, şenlik alanına inip biraz gezdik, karnımızı doyurduk, sonra kahvaltı ihtiyaçlarımız için aracımızla 4-5 km uzaktaki Keles Köyü merkezine yol aldık.
Şehir 33 derece civarlarında yanarken, yayla öğle saatlerinde 27-28 dereceydi ve “esiyordu”. Çam ağaçlarının altındaki gölgede kalan kamp alanı birkaç derece daha serindi. Gecenin ilerleyen saatlerinde serinliğin kendini iyice hissettirmesiyle birlikte kamp ateşi yakmanın zamanı geldiğini anladık.
Kamp alanında olduğumuz için belirli noktalarda kamp ateşi varilleri vardı. Yukarı bölgeden kırık dallar, parçalanmış kütükler, çalı çırpı ve kozalak toplayarak kamp ateşimizi yaktık: biz büyükler ısınmak için küçükler ise ayılardan korunmak için! Çünkü sabah yola çıkmadan önce tesadüf izlediğimiz belgeselde doğal kamp alanında maceracı bir grup kamp kuruyor, ancak gece etraflarını ayıları sarmaya başlıyordu. Onlarda ayıları uzaklaştırmak için ateş yakıyorlardı. Çocukluk güzel bir şey ve hayalleri ölmeyen büyüklük de. (Bu arada söylemeden geçemeyeceğim, bu ayı macerası sabaha karşı saat 3 civarında ayı sesi duyuyorum diyen bir ufaklığın (kızım!) uyanması ve rahatlaması için maaile fenerle dışarıya çıkıp kamp alanını turlamamızla devam etti. Neyse ki atvli kamp alanı görevlileri sürekli güvenlik kontrolü yapıyordu da ayılar çadırlara gelmiyordu:))) ) Sabaha karşı sıcaklığı 13-15 derecelere kadar indi. Çadırımız yazlık çadır olduğu için sıcaklık muhafazası kısıtlıydı. İçinde fanlı ısıtıcımızı kullandık. Yanımızda ince bir polar pikemiz vardı. Ancak ısıt..ıcı konforuyla ona bile ihtiyacımız olmadı, ince penye eşofmanlarla (hatta ben kısa kollu) rahat bir gece geçirdik.

Tuvaletler, betonarme binalarda dağ tuvaletleriydi. Sular akıyordu. Şenlikten dolayı nüfus patlaması yaşanmadan önce içeride sıvı sabun ve tuvalet kâğıtları vardı. Sonrasında elbette ki kalmadığı gibi temizlikte azaldı. Ama yine de o kadar kalabalığa karşı iyiydi. Duş ortamını bilmiyorum, ihtiyacımız olmadı. Kırsal bölge kamp alanı olduğu için mutfak/mutfak tezgâhı gibi bir alanları yoktu. Mangal yakılması için çok sayıda hazır mangal yeri vardı. Orta bölgede de çok musluklu büyük bir çeşme vardı. Elektrik sıkıntısı yaşanmıyordu. İdari binalardan uzak yerler için ağaçların arasından hatlar çekilmişti. Birkaç çocuk oyun parkı vardı. Ayrıca mescit de bulunuyordu. Otopark girişinde de köye inmek istemeyenlerin ihtiyaçlarını tedarik etmeleri için bir büfe hizmet veriyordu.

Pişmiş tavuklu, atraksiyon dolu, birbirine benzemeyen kamplar dizisinin bir parçası olan bu kamp serüvenimiz de böylece hafızalarımızda yerini aldı.

Bedensel ve zihinsel güçlendiren doğa ana yeni maceralarında buluşmak üzere, şimdilik hoşçakalın!

Not: Diğer kamp yazılarını okumayı unutmayın.
Datca

Cumartesi, Temmuz 22, 2017

TÜRK DÜNYASI ATA SPORLARI ŞENLİĞİ

TÜRK DÜNYASI ATA SPORLARI ŞENLİĞİ

Orta Asya Türk Devletleri ve akraba topluluklarının katıldığı 2. Türk Dünyası Ata Sporları Şenliği, Bursa Büyükşehir Belediyesinin ev sahipliğinde de 22-23 Temmuz tarihlerinde iki gün süren etkinlikler dâhilinde geçen sene olduğu gibi bu sene Keles ilçesi Kocayayla Kamp ve Mesire Alanı’nda düzenlendi. 
Şenliğin en coşkulu olduğu gün birinci günü olan cumartesiydi. Geçen sene kent genelinde şenlik duyurularını gördükten sonra cumartesi günü genel olarak iş günü olduğu için Pazar günü kahvaltıdan sonra büyük bir merakla yola koyulmuş ancak hüsranla evimize geri dönmüştük. Çünkü yaylaya varış saatimiz öğleyi geçtiği ve rüzgârdan kurulan otağın dağılması nedeniyle birçok oba ve çadır toplanmış, atlar gösterilerden yorgun düştükleri için dinlenmeye çekilmiş, yiyecek içecek stantları ise kapatılmıştı. Bu duruma hazırlıksız yakalandığımız için birkaç hatıra fotoğrafı çekip seneye birinci gün gelecek şekilde işlerimizi düzenleyelim temennisiyle evimize dönmüştük. İşte bu sene yayla alanında kamp kurarak kültürel mirasımıza sahip çıkarak hem şenliği daha yakından takip etmeyi hem de maceralı bir hafta sonu dağ kampına imza atmayı hedefledik (Kamp yazısını okumak için: TIKLAYINIZ). Umarım, 2018 yılı etkinliği Pazar günü de tam gün devam edecek şekilde planlanır. Zira yine cumartesi çalışan kesim için (geçen sene etkinliğin ilk senesi olmasından da dolayı elbette) Pazar günü yaylaya vardığında program erken kapanışa geçmişti.
Şenlikte, şanlı bir geçmişe sahip olan Türk milletinin gelenek ve göreneklerini temsil ettiği obalar, kımız, yoğurt, mantı ve çiğbörek yapımı, kilim dokuma, kılıç ve bıçak üretimi, gibi geleneksel el sanatlarının yer aldığı çadırlar, derneklerin kültürel obje, giysi veya yöresel lezzetlerinin satışını yaptığı arasta, tarihi spor oyunları, pars ve kuşak güreşleri, mangala, atlı güreş, rahvan atları yarışı, atlı akrobasi gösterileri,  at üzerinden ok atma, temsili atlı savaş/mücadele gösterileri, kökbörü gibi savaş ve strateji oyun ve gösterileri yer aldı (Detaylı bilgi için: TIKLAYINIZ). 
Şenlikte ayrıca halk dansları, geleneksel bir Türk çalgısı olan dombra ve yerel türkülerin icra edildiği konserler yer aldı. Şenliğe, 23 ülkeden 215 sporcu 50 kültür temsilcisi 236 soydaş ile Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Moğalistan, Altay Özerk Cumhuriyeti, Azerbaycan, Kırım, Afganistan, Çin-Doğu Türkistan-Uygur Özerk Bölgesi, Dağıstan Özerk Cumhuriyeti, Tataristan, KKTC, Gürcistan (Karakalpaklar), Makedonya, Bulgaristan, Kosova, Irak Türkmeneli, Suriye Bayır-Bucak, Romanya, Macaristan, Pakistan ve Türkiye’den sporcular ile STK temsilcileri katılım sağlamıştı. Her bir gösteri izlerken veya her bir çadırı gezerken duygulanmamak mümkün değildi.
Şenlik alanına ulaşım özel araçlarla sağlandığı gibi Merinos Kültür Merkezi’nden de toplu taşıma için otobüs seferleri düzenlenmişti. Alanda kurulan otağı ve çadırlar ile sıcaktan ve güneşten korunmak, dinlenmek, oturup bir şeyler yemek mümkündü. Arasta veya kurulan diğer yiyecek içecek stantlarında farklı lezzet satıştaydı. Kurulan çay ocaklarından alacağınız tavşankanı çay veya közde pişirilen Türk kahvesi keyfini dinlenmek için iyi bir seçenekti. Tüm şenliklerin vazgeçilmezi dondurmacı, balon satıcıları ve pamuk şeker arabaları yine bizimleydi. Hazır yiyecek standlarına uğramak istemeyenlerin şenlik alanının mesire alanı olmasından faydalanarak piknik ve mangal yapma imkânları vardı. Üst bölgede çam ağaçlarının altına ayrılan kamp alanında birçok altyapı imkânı vardı. Kamp alanında tuvaletler, çeşme, idari bina, mescit, büfe ve otopark yer alıyordu.

Emeği geçen herkese teşekkür ediyor ve diyorum ki;
Bir Türk, Dünyaya bedeldir!*


* Bir Türk Dünyaya Bedeldir
Gazi Mustafa Kemal Paşa, Türk askerinin ölçülmez kıymeti hakkındaki fikrini tarihi bir cümlesiyle ifade etmişlerdi. 1924 yılı Ağustosunda, Kastamonu’da asker koğuşlarını ziyaretten çıkarken; “Bir Türk, on düşmana bedeldir” yazılı levhayı gördü. Subaya levhayı göstererek sordu:
-“Öyle midir?”
-“Evet Paşam.”
-“Hayır, çocuğum, bence öğle değildir. Bir Türk dünyaya bedeldir.”
Kaynak: Hilmi  Yücebaş, Atatürk’ten Nükteler, Fıkralar ve Hatıralar, İstanbul 1973, s. 104
Şenliğe ait basın bültenleri için tıklayınız:

Pazar, Temmuz 16, 2017

GÜLDERMAN ÇİFTLİĞİ

GÜLDERMAN ÇİFTLİĞİ
Üniversite yıllarımın sonuna kadar yaşamımızdaki birçok sürpriz karşılaşmanın bir tesadüf olduğunu düşünüyordum.  Bazen bu tesadüflerin zaten kaderimizde yazdığını bazen de tamamen şans olduğunu düşünüyordum. Şimdiler de ise -uzun bir süredir- tevafuk bilincinde bir bakış açısıyla yaşıyorum her anımı. Bu muhteşem teslimiyet duygusu, sonsuz kapıların göz alıcı bir görkemle açılmasını sağlıyor. Hiç kayıp olmayan ve hep kazanım sağlanan bir yaşam, deneyimler, olaylar, kişiler; vakti zamanı gelince karşımıza çıkan, biz hazır olunca bizimle yaşamları keşisen… İşte en büyük kazanımlarımızdan biri de Gülder MERGAN ÖZKAN

Gülder hanım, uzaktan baktığımızda bir çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanı, yakından tanıdığımız da ise bir derya deniz. Hastalıkların tedavisinde, doğal yöntemlerin ve bedenin gücünü görmüş; tedavi yolunda rotasını güç odaklarınca kaybeden ve yardım sinyali gönderen birçok kişinin kendini ve bedenini keşfetmesinde konvansiyonel/allopatik tıbba bütüncül yaklaşımla fitoterapi ve homeopati yöntemler sunan özel bir insan. Fiziksel bedenimizin görüneninden çok daha öte zihinsel ve duygusal boyuta sahip olduğunu düşünerek, kişinin/hastanın ihtiyaç duyduğu desteği hoşgörüsü ve içtenliğiyle koşulsuz olarak sunuyor. Her bir hastası ile özel olarak ilgileniyor, tüm şikâyetlerini dikkatle dinliyor. Üstünkörü muayene veya ezbere ilaç reçetesi yazmaksızın kişiye özel süreci belirliyor. Her şey bir yana sadece hal-hatır sormak için yaptığımız sohbetler bile içinde gizli hazineler barındırıyor bizim için. 
Gülder hanımın muayenehanesinin dışında vücut sağlığımızı bozulmadan korumaya yönelik ailesinin diğer üyeleri ile birlikte yol aldığı bir başka adresi daha var: Gülderman Çiftliği. Bursa ile arası 70 km olduğu için dilim Yalova’da demeye varmıyorsa da Yalova ili Hacımehmet Köyü’nde 12 dönüm üzerine kurulu, temelde tıbbi ve aromatik bitkiler ile gdo’suz ve ata tohum meyve sebze yetiştirildiği, doğal ortamda beslenen serbest tavuk ve horozlar ile yumurtalarının olduğu, kuzuların bulunduğu, şekersiz beslenen arılarından doğal balın elde edildiği, sivas kangallarının yer aldığı, Temiz Gıda Ağı içinde yer alan ve yarınlara permakültür çiftliği olarak göz kırpan bir doğal yaşam alanı. Ulaşım için koordinatları: 
40,6157368
29,2360514
Gülder hanımın organizasyonu ile ziyarette bulunduğumuz çiftliğe ulaşım oldukça rahat. Yukarıda verdiğim koordinatları navigatöre işlediğinizde rotada sapma olmaksızın doğrudan çiftliğin kapısına ulaşabiliyorsunuz. Yolculuğumuzda bize sevgili Ekin ve annesi Nurcan hanım eşlik ettiler, diğer aileler ile çiftlikte kahvaltıda buluşmak üzere sözleştik. Çiftliğe gelince aracımızdan aperatif olarak hazırladığımız yiyeceklerimizi ve sürpriz hediye kolilerimizi (!) alıp indik. Girişte bizi Önder bey  -Gülder hanımın ağabeyi- karşıladı. Gülder hanım ve diğer aile üyeleri üst kısımda kahvaltı sofrasını hazırlamak ile meşgullerdi. Kolilerimiz ile yürürken Gülder hanımda girişe doğru gelmeye başlamıştı bile.
Küçük Ekin ve Bade, kucaklarında taşıdıkları kolileri kıkır kıkır gülerek Önder Amcaları ve doktor teyzelerine verdiler. Çünkü kolilerdeki sürpriz hediyemiz kendi kümeslerimizde yetiştirdiğimiz piliçlerimizdi :) bizim ufaklıklar hemen çiftliğin sahiplerinden olan diğer tavuk ve horozların arasına hızlıca karıştılar. 

Harika bir sofra bizi bekliyordu. Gelen tüm aileler büyük bir memnuniyetle masaya geçtik. Çiftlik ürünü domatesler, salatalıklar, yeşillikler, ballar, özenle pişirilen menemen, sıcak sıcak gelen çaylar; mmmmmm, mis mis! Tekrardan teşekkür ediyor ve ellerinize sağlık diyorum.
Daha sonra bizim kızlar ve diğer çocuklar tavukları beslemeye başladılar. Doktor teyzelerinin rehberliğinde kümesleri ziyaret ettiler, suluklara baktılar, kucağına alabilen tavuk yakalamaya koyuldu. Tavukların ziyaretini kuzular renklendirdi. Daha sonra tüm çocuklar doktor teyzelerinin ellerini tutarak kangal köpeklerinin yanına gittiler. Önder amcalarının köpeklerin yemeğini hazırlamasını takiben kangallarla tanıştılar. Çocuklar, tavuklara, kuzulara, kangallara dokundular, kokularını aldılar, konuştular, göz göze geldiler, neler yediğini gördüler… onları hissettiler, onları yaşadılar… kitaptaki resimlerden değil, kendinden öğrendiler.
Önder amcalarının rehberliğinde, meyve ve sebze tarlasına girdiler. Yaprakların arasına saklanan doğal salatalıkları buldular, kütür kütür yediler. Süs kabaklarını seçip kendilerine çiftlik hatırası olarak birer tane aldılar. Çilek tarlasında beyaz çilek avına çıktılar. Beyazlar bitince, kırmızıları hüplettiler. Ekili sebzelere baktılar, biberleri tanıdılar. Tarla yorgunluğunu da balla tatlandırılan limonatayla attılar. 
Doktor teyzeleri onları tıbbi bitki alanında şifalı bitkiler ile tanıştırdı. Bitki makası ile çiçek toplamasına yardım etti.  
Günümüz asfalt ve site çocukları doğa ile bütünleşti. Kimini tavuk gagaladı, kimi toprakta kaydı düştü, kiminin ayağına diken battı, kimi salatalığı nasıl koparacağını öğrendi, kimi çiçeklerin üzerinde gezinen arıları yakından gördü. Yukarıda bulana kümeslerden aşağıya düşmeden inmeyi, birbirine yardım etmeyi, oynamayı, anlaşmazlık olsa bile birlikte çözebilmeyi öğrendiler. Terlediler, kirlendiler, yorulup bir köşeye çekildiler. Hayatı yaşayarak öğrendiler. Sadece çocuklar mı? Hayır! Aslında onların aileleri de –yani bizler- öğrendik birçok şeyi (belki de yeniden)… Günü de küçük hatıralar ile bitirdik.
Sevgiyle!

Cumartesi, Temmuz 01, 2017

SAĞLIK İÇİN DÜZENLİ KAMP

SAĞLIK İÇİN DÜZENLİ KAMP :)



Yaşam ne ilginç değil mi? Genelde büyüklerimiz, her yeni bir hayat kapısından geçişimizi “xxx olsun, hayat daha da düzene girer” diye yorumluyor. Mesela:
- üniversiteye girdikten sonra diyorlar ki “bi okul bitsin, hayatı daha düzene girer”, 
- mezun olunca “bi işe başlasın, hayatı daha düzene girer”,
- erkeklere “bi askere gitsin gelsin, hayatı daha düzene girer”, 
- bekârken “bi evlensin, hayatı daha düzene girer”, 
- evlenince “bi çocuk olsun, hayatı daha düzene girer”, 
- bebek olunca “bi büyüsün, hayatı daha düzene girer”, 
- büyüyünce “bi okula başlasın, hayatı daha düzene girer”… Böyle böyle gidiyor yaşam vallahi. Başka türlüsü yok :) Doğru da hani, biliyorsunuz değil mi? Hakikaten, bizim çocuk büyüdü, hayat daha bi düzene girdi. Okula başladı, gene doğru çıktı büyüklerin dediği, hayat daha da bi düzene girdi. Yeni çalkantılar olmuyor değil, ama rutinlerimiz oluşmaya başladı.

İşte bu yazı da bunu içeriyor: “Kamp hayatımız daha bi düzene girdi” :))) Yıl sonu kampındayız! Yine Ahmet abinin titizliğindeki Ant Camping'teyiz (Okuyunuz: Ant Camping)


Önceki kamp yazılarımda çoluklu çocuklu ve çocuksuz, çadırlı çadırsız karavanlı, festivalli festivalsiz, denizli dağlı kamplarımıza gidiş gelişlerimizi anlatmıştım. Yazılar birbirinin tekrarı olmasın diye güzergâh ve kamp yaşamını burada tekrardan yazmayacağım. Ama okumayı arzu ederseniz linkler işte burada: 1. Kamp, 2. Kamp, 3. Kamp, 4. Kamp, 5. Kamp.


Bu kampımız, yeni çadırımızla yaptığımız ikinci kampımız. Assos kampımızda çadırımızı ilk kez kurarken zorlanmıştık. Bu sefer çok şanslıyız, kamp yerinde aynı çadıra sahip 5-6 aile vardı ve bu ailelerden biri, seçtiğimiz kamp yerindeki yan komşumuzdu. El arabasından eşyalarımızı indirdikten sonra –muhtemelen çadırı çantasından ters çıkardığımızı gören ve sonra youtube'u açıp izleyerek kuralım sözlerimizi duyan komşumuz– yeni demledikleri çaylarından ikram ederek bizi karşıladılar. Kampçılığın en güzel yönlerinden biri de, çoğu kez kaotik şehir ve yırtıcı iş yaşantısında göremediğimiz "yardımlaşma". Hemen bize çadırımızın kuruluşundaki püf noktalarını öğrettiler. Meğer bu çadır ne kadar kolay ve hızlı kuruluyormuş. Tek tek anlattılar. Toplarken nasıl toplayacağımızı da anlattılar. Konu konuyu, sohbet sohbeti açtı. Hem Bursada aynı semtin sakinleri olduğumuzu öğrendik hem de sohbet sonunda 7-8 sene kadar önce iş ortamında bir çalışma sırasında tanışmış olduğumuzu, toplantılara katıldığımızı hatırladık. Dünya küçük :)


Biraz konforuna düşkün olanlar için kampçılıkta (peki, tamam tamam işin doğrusu şu ki; gerçek bir kampçı-dağcı olmayan bizim gibiler için) şişme yer yatağı ve şişme yastıklar vazgeçilmez demirbaşlar. Hele ki çocuklu bir kampta, mat ve uyku tulumu yerine içi hava dolu bir yatakta sırt ağrısız uyuyup sabaha dinç kalkmadan olmuyor. Şişme yastıklar ise azıcık yer kapladıkları için favorim. Tabi ki yastık ve yatağın tamamlayıcılarını da unutmayalım: pamuklu çarşaf, yastık kılıfı ve pike.

Ne kadar dikkatli davransam da her yola çıkışımızda illa bir unuttuğum bir parça oluyor. Bu sefer çadır önü kullandığımız yer kilimini/ hasırını unutmuşum. Kilim, çadır içine toz, toprak, çalı çırpı girmesini engelliyor. Sizler, benim gibi unutmayız :) Ve unutmayacağız bir başka önemli parça ise mini süpürge ve varaş. Yatağınızın üstüne dökülen kum ve çalı çırpıları hooooop kolayca temizlemek; inanın çadırın içine girip yattığınızda sizi rahatlacaktır. “Süpürge mi? Yooook canım” dediğinizi duyar gibiyim amaaaaa düzensizlik, kontrolsüzlük, dağınıklık, başı boşluk, ipin ucunun kaçışı; tam bir baş belası olabilir :)) Tertip iyidir, zihniniz açık olur, işler yolunda gider.

Bu nedenle bagajımda kamp eşyalarım da oldukça düzenlidir. Naylon poşet hengâmesinden kurtulmak için büyük kapaklı kaplar içine birbirine boyut olarak uyumlu küçük kapları yerleştiriyorum. Mesela kamp alanında kendi grubunuz dışındaki yabancı diğer kampçılar ile ortak kullanacağınız buzdolabında kahvaltılıklarınız bölük pörçük dağınık duracağına hepsini içine alan uygun büyüklükte bir kap kullanmanızı tavsiye ederim. Bunun birçok avantajı var. Bazen dolaba kabını yerleştirmek isteyen bir kampçı sizden habersiz kaplarınızı sağa sola çekebiliyor, benzer kaplar karışabiliyor veya masanıza tek tek taşımak zor olabiliyor. Ama tek ve büyük bir kap size konfor sağlıyor. Kaplarınızın karışmaması için bir başka kampçılık yöntemi olan etiketlemeyi de kullanabilirsiniz, kaplarınız, su şişeleriniz, aynı marka peynir kurularınız, yumurta viyolünüz, meyve ve sebzeleriniz böylelikle karışmaz.



Çadır içinde ufak tefek eşyalarınız, kaşıklarınız, çatallarınız, baharatlarınız, peçeteleriniz karışmasın ve ev ortamı gibi rahatça ulaşılıp kullanılabilsin diye organizer raf kullanmanızı öneririm. Çadırınız da asmaya yeriniz yok ise delikli/fileli olmayan fermuarlı kapalı olan modellerden edinerek çadırınızın yanındaki ağacın dalına asabilirsiniz. Böylelikle karman çorman çadır tatilinizi huzurlu bir kamp tatiline dönüştürebilirsiniz. Kullanacağınız baharatları evden poşetlerle getirmek veya marketten poşetlerini açarak kullanmaktansa mini kapaklı kavanoz/kutulara koymak ve onları da organizerin gözlerine yerleştirmek, yemek hazırlığı yaparken size kolaylık sağlayabilir. Elbette ki 1 günlük kamp için bu teferruata gerek yok :) Yanınıza alacağınız kıyafetleri  de kilitli poşetlerde çantanızda tutmanızı öneririm. Siz fark etmeden mini bir canlı –mesela karınca veya örümcek- çantanın içine sızabilir ve onu görmeden kıyafetinizi girebilirsiniz. Bu nedenle çantalar mutlaka kapalı olmalı. Ve çantada ayrıca kirli çantası olmalı, ki kirliler-temizler de dar alanda karışmasın. Islak kıyafet ve havlularınızı çadırınızın germe iplerine mandalla asabilirsiniz. Ayrıca, internet üzerinde “camping hacks” fikirleri yardımcınız olabilir, bi göz atın derim.

Çok anne sözü gibi durabilir ama yanınızda mini bir ecza çantası taşımalısınız, özellikle çocuk varsa. Çantamda ateş düşürücü, ağrı kesici, baticon, göz damlası, kulak damlası, göz merhemi, burun spreyi, gliserin damla, gazlı bez, sargı bezi, flaster, pamuk, mendil, cımbız, tırnak makası, törpü, küçük makas, sinek kovucu sprey, ısırgan otu, aloe vera gibi bir dolu eşyam vazgeçilmezimdir. Ki, bakınız yukardaki fotoğraftan nasıl da kendime ihtiyacım oldu.


Kamp sahibi Ahmet abinin sesini, bizim çocukların seslerinin bastırdığı, açık havanın iştahı açtığı, market alışverişi ve mangal işinin pozitif ayrımcılıkla :D erkeklerde olduğu, salatanın ve sofra hazırlıklarının kadınlarca üstlenildiği, çocukların deniz eğlencesini kimselere kaptırmadığı, kiminin hamak kiminin kumsal kiminin de kahve keyfi yaptığı bu hafta sonu, böyle hızlıca akıp geçti. Fotoğraflarda, zihnimizde, gönlümüzde bir de bu blog sayfasında bir hatıra olarak kaldı.


Şairin* dediği gibi "Yüreğinden, bir fincan kahve koy ki yüreğime; içer içmez kırk yıl değil bir ömür sende kalayım". Afiyet olsun!

*Ümit Ziya ALTI