SOĞUCAK KÖYÜ / YALOVA
Karsız ve tatsız geçen bir kış mevsiminden sonra -her ne kadar kışı yaşamamış olsak da- baharın gelişi hepimizi heyecanlandırmıştı. Doğanın yeşermesi bir başka mutluluk verdi hepimize. Bu Pazar gününde bulutsuz masmavi gökyüzünde parlayan güneşi hissetmek, toprakla bütünleşmek, yeşeren doğayla bir olmak coşkusu ile evden dışarı çıktık.
Hafta sonu doğa keyfine İznik Gölü kıyısındaki İznik Askania Doğal Konaklama ve Yeme-İçme Tesisi’ndeki kahvaltımız ile başladık. Havanın bir anda tatil gününde güzelleşmesinden dolayı Askania’ya rağbet oldukça fazlaydı. Doğa ile iç içe olma arzumuzla başlayan yolculuğumuz aşırı curcuna ve kalabalık ile iç içe olmayla yer değiştirmişti maalesef. Bu Pazar için arzuladığımız dünya bu değildi ve hemen bulunduğumuz dünyadan kaçarcasına bir başka dünyanın yollarına düştük. Rotamızı kahve keyfimiz için arkadaşlarımızın el emekleriyle açtıkları mekan olan Başka Bir Dünya Kahvaltı Evi’ne çevirdik: "kaç kaççç doğaya kaç, doğruuuu Soğucak Köyü'ne" dedik. Burası Kafkasya’dan 1864 yıllarda göç eden Çerkesler tarafından kurulmuş ve adını memleket hasretiyle Kafkasya’daki Soğucak yerleşim yerinden almış. Yalova il merkezine yaklaşık 7 km. mesafedeve Yalova-Bursa Karayolundan yaklaşık 1 km içeride.
Başka Bir Dünya Kahvaltı Evi’nde kahvelerimizi gövdeleri Jack’in fasulye sırığını :) andıran sarmaşıklarla dolanmış ve göğe kadar uzanan ağaçların içinde, oynaşan kuşların cıvıltıları ve hemen önümüzde akan dere sesi müzikali eşiliğinde ve bölgesel nemden neredeyse tüm taş, kaya, ağaç gövdelerine yerleşmiş yosun kokusunu içimize çeke çeke içtik. İşte doğanın içinde olmak buydu!
Kahve keyfimizden sonra dere boyunca çocuklu hafif parkur doğa yürüyüşüne geçtik. Zorlayıcı eğim yoktu. Kıştan sıyrılmaya çalışan doğa yavaş yavaş uyandığını belli ediyordu. Ağaçlar yeni filizler vermek için kalan son yapraklarını yerlere dökmüştü. Yerlerdeki yapraklar nemin ve yağmurların etkisiyle toprağa karışmaya hazırlanmışlardı. Yoğun bir yaprak kitlesi olmasına rağmen toprak oldukça yumuşak ve yer yer çamurluydu. Yaprak örtüsü çamurlara saplanmamızı engellese de kaygan bir zemin oluşturup zaman zaman yürümeyi daha dikkatli yapmamıza sebep oluyordu.
Ağaçların ve taşların üzerinde oluşan yosunlara dokunduk, diğer bitki örtüsünden farkını hissettik, biyoçeşitliliği yaşayarak, dokunarak, görerek öğrendik.
Yaprakların altına saklanmış sert veya yumuşak zeminlerde dengemizi kaybetmeden yürümeye çalıştık. Yer yer karşımıza çıkan oynak taşlardan düşmeden nasıl yürüyeceğimizi buldurmaya çalıştık. Kütük üzerinden nasıl atlanır veya nemden çürüyen kütüğe nasıl basılır/basılmaz denedik. Elimizin altındaki sağlam dal parçalarını kendimize nasıl baton yapar ve nasıl rahat yürürüzü keşfettik. Birbirimize destek vermeyi, el ele tutuşmayı, yardımlaşmayı yaşadık veya tek başımıza başarma gücümüz keşfettik.
Yürürken önümüze çıkan diken ve çalı çırpıdan nasıl korunulur, nasıl yürüdüğümüz yere dikkat edilir, varacağımız yere nasıl hedeflenilir pratik ettik.
Dere boyunca doğal veya yapım karkasları gördük, karkaslarda oluşan mini şelaleleri, şelalelerden aşağıya dökülen coşkulu su sesini dinledik.
Hatta ağaç veya kaya diplerindeki toprak oyuntularının yer altı canlılarının evi olduğunu kitaplardan değil yerinde gördük. Deliklerden yılan çıkabileceğini, o ortamlara yaklaşmamamız gerektiğini konuşa konuşa göre göre sindire sindire anlaya anlaya öğrendik.
Doğa yürüyüşünde yürümenin, yürüyüş sonrasında yorgunluğun, dinlenmenin, dinlenme sırasında içilen suyun, çayın veya meyve suyunun ne kadar lezzetli geldiğini anladık.
Duyusal oyunlar doğanın içinde! İnce motor-kaba motor, konsantrasyon, zihinsel keskinlik, yaratıcı düşünce, keşfetme heyecanı ve hazzı, keyif, adrenalin, endorfin hepsi bir arada!
Günün sonundaki bir nefeslik molada yeni planlar yapılmaya çoktan başlanmıştı bile! :))) Bakalım bir sonraki yazıda neredeyiz?
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder