Cumartesi, Eylül 05, 2015

Kız Kulesi

Asla unutulmayacak bir kadın artık Kız Kulesi...
 Kız Kulesi*, İstanbul’un Anadolu yakasında, Karadeniz ile Marmara Denizi’nin birleştiği yer olan İstanbul Boğazı'nın güneyindeki Marmara Denizi'ne yakın kısmında, Üsküdar ilçesinin Salacak semtinin 150-200 m açıklarında yer alan küçük adacık üzerinde İstanbul'a anlam veren tarihi yapıdır. Dünyaca ünlü bir mekândır. Avrupalı tarihçiler buraya Leander Kulesi (Tour de Leandros) derler. Geçmişte gözetleme kulesi, deniz feneri olarak kullanılan kulenin Salacak'a gizli bir dehlizle bağlantısı olduğu söylenir.
* İstanbullu bir Rum olan araştırmacı Evripidis’in anlattığına göre kulenin tarihçesi şu şekildedir: 
Kızkulesi’nin üzerinde yer aldığı kayalıktan ilk kez M.Ö. 410’da söz edilir. Bu tarihte Atinalı komutan Alkibiades, Boğaz’a girip çıkan gemileri denetlemek ve vergi almak amacıyla bu küçük ada üzerine bir kule inşa ettirir. Sarayburnu'nun bulunduğu yerden, kulenin bulunduğu adaya zincir gerilir ve kule böylece Boğaz’ın giriş ve çıkışlarını kontrol eden bir gümrük istasyonu halini alır. Bundan yıllar sonra yani M.Ö. 341’de Yunan Komutan Chares, kulenin bulunduğu adacığa eşi için, mermer sütunlar üzerine bir anıt mezar yaptırır. 
M.S. 1110’lara gelindiğinde ise bu küçük adacığın üzerindeki ilk belirgin yapı (kule), İmparator Manuel Comnenos tarafından inşa ettirilir. 1143 – 1178 yılları arasında hükümdarlık süren İmparator Manuel, şehrin savunmasına yardım için iki tane kule yaptırmıştır. Bunlardan birini Mangana Manastırı yakınına (Topkapı Sarayı’nın sahili) diğerini ise Kızkulesi’nin bulunduğu yere inşa ettiren İmparator Manuel, hem düşman gemilerini Boğaz’a sokmamak, hem de ticaret gemilerinin gümrük vergisi vermeden geçişine engel olmak için, iki kule arasına zincir bağlatmıştır. 
Daha önceleri zaman zaman harap olan ve yeniden onarılan Kızkulesi, İstanbul’un fethi sırasında Venedikliler tarafından üs olarak kullanılır. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u kuşattığı sırada Bizans’a yardım etmek için Venedik’ten Gabriel Treviziano komutasında gelen bir filo burada üslenmiştir. 
Fetihten sonra Fatih Sultan Mehmet bu küçük kaleyi yıktırır ve yerine taştan, etrafı mazgallarla çevrili küçük bir kalecik yaptırır ve buraya toplar yerleştirir. Kaleye konulan bu toplar, liman içindeki gemiler için etkili bir silah olmuştur. Ancak kule, Osmanlı döneminde savunma kalesi olmaktan çok bir gösteri platformu olarak kullanılmış ve Mehterler burada top atışları ile birlikte nevbet (bir çeşit İstiklal Marşı) okumuşlardır.  Bugün gördüğümüz kulenin temelleri ve alt katın önemli kısımları Fatih devri yapısıdır. Osmanlı dönemi boyunca Kızkulesi’nin onarılarak ya da yer yer yeniden yapılarak yaşatıldığı bilinmektedir. 1510 yılında meydana gelen ve “küçük kıyamet” olarak anılan depremde İstanbul’daki pek çok yapı gibi Kızkulesi de büyük hasar görmüş, kulenin onarımı Yavuz Sultan Selim döneminde gerçekleştirilmiştir. Çevresinin sığ olması sebebiyle 17. asırdan sonra kuleye bir de fener konulmuştur. Bu tarihten itibaren kule, artık bir kale değil bir deniz feneri olarak hizmet vermeye başlamıştır. Kuledeki toplar da bu dönemde artık korunma için değil, merasimlerde selamlama için atılıyordu. Kanuni Sultan Süleyman’ın ölümünden sonra tahta geçmek için İstanbul’a gelen Şehzade Selim, Üsküdar’dan geçerken, Kızkulesi’nden atılan toplarla selamlanmıştır. Bundan sonra uzun süre tahta geçen her Padişah için bu selamlama yapılarak, Padişah’ın tahta geçişi top atışları ile halka duyurulmuştur. 1719 yılında fenerde yağ kandilinin rüzgâr etkisiyle etrafı tutuşturmasından dolayı çıkan yangın ile iç kısmı tamamen ahşap olan kule yanmış, 1725 yılında şehrin Baş Mimarı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından kapsamlı bir onarımdan geçirilmiştir. Bu onarım sonrası kule, kurşun kubbeli ve fener bölümü de kagir ve camlı olarak restore edilmiştir. Ardından 1731 yılında kulenin feneri ile top mazgalları ve diğer yerleri yeniden onarımdan geçmiştir.   Kızkulesi, Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküş devrine girmesi ile tekrar savunma kalesi olarak kullanılmaya başlar. Daha önce eğlenceler ve kutlamalar için yapılan top atışları, bu dönemde artık savunma amaçlı yapılır. Kule, 1830-1831'de ise, kolera salgınının şehre yayılmaması için karantina hastanesine dönüşür. Daha sonra 1836- 1837'de görülen ve 20-30 bin kişinin öldüğü veba salgını sırasında hastaların bir kısmı burada kurulan hastanede tecrit edilmiştir. Kızkulesi’nde tesis edilen bu hastanede uygulanan karantina ile salgının yayılması önlenmiştir. Kızkulesi’nin Osmanlı dönemindeki son büyük onarımı II. Mahmud döneminde yapılmıştır. Kule’nin bugünkü şeklini veren 1832-33 yılındaki tadilat sonrasında, ünlü hattat Rakım'ın yazısı ile Kızkulesi’nin kapısının üzerindeki mermere Sultan II. Mahmut'un tuğrasını taşıyan bir kitabe yerleştirilir. Osmanlı-barok mimari tarzında yapılan bu restorasyonda, kuleye dilimli kubbe ve kubbe üzerinden yükselen bayrak direği ilave edilir. 1857 yılında bir Fransız şirketi tarafından Kuleye yeni bir fener yaptırılır. 
İkinci dünya savaşı döneminde Kızkulesi’nde yenileme çalışması yapılır. Kulenin çürüyen ahşap kısımları tamir edilir ve bazı bölümleri yıkılarak betonarmeye çevrilir. 1943’de yeniden büyük bir onarım geçiren kulenin çevresine büyük kayalar yerleştirilerek denize kayması önlenmiştir. Bu arada kulenin oturduğu kayanın etrafındaki rıhtımdaki ambar ve gaz depoları kaldırılmıştır. Yapının dış duvarları korunarak içi betonarme olarak yenilenmiştir. Kızkulesi, 1959 yılında Askeriye'ye devredilmiş ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı, Boğazın deniz ve hava trafiğinin denetlenmesini sağlayan bir radar istasyonu olarak kullanılmıştır. “ Deniz Kuvvetleri Tesisi Mayın Gözetleme ve Radar İstasyonu” olan binadaki sarnıç, 1965’de yapılan tadilatlar sırasında üzeri beton dökülerek kapatılmıştır. 1983 yılından sonra kule, Denizcilik İşletmeleri'ne bırakılmış ve 1992 yılına kadar ara istasyon olarak kullanılmıştır. 
Günümüzde ise Kızkulesi – Maiden’s Tower ismi ile bütünleşmiştir. 1995 yılında Kızkulesi’nin restorasyon süreci başlar. Binlerce yıllık gizemli bir tarihe sahip bu özel mekan, kendine özgü kimliğine ve geleneksel mimarisine bağlı kalarak tamamlanan restorasyon çalışması sonrasında 2000 yılında kapılarını ziyarete açar. Bugün gündüzleri cafe-restaurant, akşamları ise özel restaurant olarak yerli ve yabancı ziyaretçilerine hizmet veren Kızkulesi, düğün, toplantı, lansman, iş yemeği gibi pek çok özel davet ve organizasyona da ev sahipliği yapmaktadır. (http://www.kizkulesi.com.tr, http://www.ibb.gov.tr, http://www.sanattarihi.net)
  
Üsküdar'ın incisi haline gelen kule, 360 derece kesintisiz İstanbul manzarası keyfi yaşatan, uzaktan sevilmesi gereken, her zaman gizemli ve romantik bulunan bir yer olarak bilinir. Bu tarihi yapının tam olarak ne için kim tarafından yapıldığı bilinmemekle birlikte hakkında herkesin farklı bildiği ve kitaplara, şiirlere, filmlere konu olan pek çok rivayet** bulunmaktadır. İlk kuruluş amacının tapınak olduğu rivayetine karşın en kabul göreni ise “eski zamanlarda yaşayan bir kralın kızının 18 yaşında öleceğini büyücüden öğrenip, kızını korumak için bu kuleyi yaptırdığı ama kızın kuleye taşınan elma sepetinden çıkan bir yılan tarafından öldürüldüğü” efsanesidir.  Kız Kulesi, bir babanın kızını korumak için verdiği çabanın sonucu ortaya çıkan eser…
** Kulenin geçmişinin m.ö. 411’e kadar indiği görülür. O tarihten günümüze kadar gelen efsaneler şunlardır:
1- Antik çağ’da mitolojik bir hikâyeye göre tanrı Okeanos’un oğlu İnakhos’un kızı olan İo, bir inek kılığında karnında Zeus’un çocuğunu taşırken bir yolculuğa çıkar. Kuzguncuk’tan başladığı yolculuğu sırasında Damialis adı verilen bu kayalıkta dinlenir. Sonra karşı kıyıdaki Byzantion’a geçer. Bu efsaneye dayanarak, kayalık “damalis (dana yavrusu)  ve arcla (küçük kale )” adını alır.
2- Leandros Efsanesi’ne göre Afrodit Tapınağı’nın rahibelerinden olan Hero ile Leandros bir tören sırasında tanışıp birbirlerini aşık olurlar. Evlenmesi yasak olan Hero, Leandros’dan ayrılmak zorunda kalır ve Kız Kulesi’ne kapatılır. Hero her gece bir fener yakarak, karşı sahilden yüzerek kendisini görmeye gelen Leandros’a yol göstermektedir. Fırtınalı bir gecede Hero’nun yaktığı kandil söner ve yolunu kaybeden Leandros, boğazın akıntısına kapılarak denizde kaybolur. Ertesi günün sabahı, sevgilisinin sahile vurmuş cesedini gören Hero da kendini kuleden azgın sulara atar ve ölür.
3- Vaktiyle bir falcı, şehrin kralına kızını bir yılanın zehriyle öleceği kehanetinde bulunur. Kızını çok seven kral, onu korumak için Salacak açıklarındaki kayalıklara bir kule inşa ettirir ve kızını bu kuleye yerleştirir. Günlerden bir gün, şehirden kuleye gelen bir meyve sepetinden çıkan yılan, kızı sokar ve kız ölür.
4- Battal Gazi Efsanesi’ne göre Battalgazi, Tekfur’un kızına aşık olur. Tekfur,  kızını Battalgazi’ye vermek istemezKızını bu kuleye yerleştirir. Battal gazi kuleyi basıp kızı alır ve atına atlayıp kızla birlikte Üsküdar’dan uzaklaşır. “Atı alan Üsküdar’ı geçti” sözünün bu efsaneden kaynaklandığı rivayet edilir.

Kız Kulesi, kıyıdan o kadar yalnız görünür ki; insanın saatlerce bakası gelir ve bazen hüzün bazen mutluluk veren başka başka dünyalara dalar gider. “Denize düşmüş bir oyuncaktır Kız Kulesi” der Sunay Akın.
 Kendini özletmeyi iyi bilen nazlı yer, kahvenin gerçek anlamını bulduğu mekân... Yine yeniden görüşmek üzere!





Pazar, Haziran 14, 2015

Karacabey Longozu Diye Bir Yer Var

Uzuuuuun bir aradan sonra, işte Tam Yeri Tam Zamanı! Haydi, doğaya koşun:)
Kısa bir tanıtım belgeseli ile başlayalım yazımıza:

Şimdi de biraz temel bilgi:)

Longoz Nedir?

Longoz, genellikle denize doğru akan derelerin taşıdıkları kumların denize ulaşamadan kıyıda birikerek set oluşturması ve dere ağzını kapatması sonucu suyun bulunduğu yerde birikmesiyle oluşan nadir rastlanan deniz seviyesinin altında oluşmuş orman ekosistemleridir. Yüksek râkımlardan akarak gelen nehir suları, denize dökülemeden sıfır râkıma indiğinde şişer ve bölgede de geniş bir alan varsa göl oluştururlar. Bu göller zamanla nehrin taşıdığı alüvyonlarla dolar, önce zengin bir bitki örtüsü ardından da gür ormanlar oluşturur. Longozlar, Su Basar Ormanları olarak da bilinirler.

Longozların devamlılığı için en temel koşul, suyun bol olma devamlılığı olmasıdır. Yeryüzünün en kırılgan varoluşlarından biri olarak longozlar,  kendilerini besleyen derelerin kuruması veya taban suyu seviyesinin düşmesi halinde yok olmaya mahkûm olan ormanlardır.

Kış ve ilkbahar mevsimlerinde sularla kaplı olan, yaz ve sonbahar mevsimlerinde ise suyu kısmen çekilmesine rağmen taban su seviyesi yüksek olan longozların toprakları, mineral ve organik madde yönünden oldukça zengindir. Longozlar her mevsim, karakteristik dişbudak ve kızılağaç gibi ağaç türleri ve göl soğanı, su menekşesi gibi bitki türleri ile karaleylek, balıkçıl kuş gibi zengin bitki örtüsü ile birçok canlıya ev sahipliği yapar.

Ülkemizde:
·      Karacabey (Bursa),
·       İğneada (Kırklareli),
·       Acarlar (Sakarya)
·       Sarıkum'daki (Sinop)

longoz niteliğine sahip ormanların küçük kalıntıları kalmıştır. Bunların dışında yeterli büyüklük ve kapalılığa sahip alüvyal-subasar orman kalmamıştır. Bu nedenle elimizde kalan son longoz ormanlarının varlıklarını sürdürmeleri çok önemlidir.

Karacabey Longozu

Karacabey, Bursa´nın 60-65 km batısında yer alan bir ilçesidir. Karacabey Longozuna ulaşmak için Bursa-İzmir Karayolunun 52. Kilometresinde Çingen Çeşme Mevkiine ulaşıldığında Cambaz-Seyran Köy Çatrağından sağ içeri girilir. Longoza gidişi gösteren sarı renkli tabelalar takip ederek yeşillikler içerisinde Bayramdere Köyüne ulaşılır. Köy girişinde sağdaki toprak yola girilir ve kuzeye doğru 2,5 kilometrelik çeşitli patikalarla longozun içinde ilerlenir.

Bursa'dan gelen Nilüfer Deresi ile Uluabat Gölünden çıkan Ulubat Deresi ve Susurluk'tan gelen Susurluk Çayı, Karacabey sınırlarındaki Boğazköy ile Yeniköy (Bayramdere) Mevkii arasında birleşerek Koca Çay adını aldıktan sonra büyük bir delta oluşturarak Marmara Denizine dökülmektedir.
Burada tatlı su ve deniz balıkların yaşayabildiği lagün gölleri ile Türkiye’nin en önemli su basar ormanlarından biri olan Karacabey Longoz Ormanları yer almaktadır. Karacabey Longozu, dünyada sayıları bir elin parmaklarını geçmeyen, Türkiye'de ise 4 longoz ormanı arasında namı en az olanıdır.



Susurluk Çayı, denize döküldüğü yerde şişip, sağında Arapçiftliği adı verilen solunda da Dalyan Gölü adı verilen iki adet göl oluşturmuştur. Florası ve faunasıyla olağanüstü güzellikteki Karacabey Longozu ise Dalyan Gölü’nün kıyısında yarı bataklık bir alanda oluşmuştur.



Bugüne kadar 217 farklı türde kuşun tespit edildiği Karacabey Longozu; Kıyı Çamur Çulluğu, Küçük Su Çulluğu, Sürmeli Kervan Çulluğu, Sürmeli Kız Kuşu, Sürmeli Kum Kuşu, Büyük Kum Kuşu, Yılan Kartalları, Yalı Çapkını, Ak Pelikan, Ak Sırtlı Ağaçkakan, Ak Kuyruklu Kartal, Kızıl Sırtlı Örümcek Kuşu, Bıyıklı Ötleğen, Hazar Sumrusu, Kuğu, Gri Balıkçıllar gibi nadir görülen birçok canlıya ev sahipliği yapmaktadır.


Bahar mevsiminde özellikle Nisan ve Mayıs aylarında su yüzeyini nilüfer çiçekleri kaplamaktadır. Bahar aylarının mor rengiyle bir diğer önemli bitkisi ise karabaş otlarıdır. Ayrıca, toprak içinde, yaprak aralarında, su kenarlarında, ağaç kütüklerinin üzerinde çeşit çeşit mantarlar da bulunmaktadır. Yörükler tarafından ormana salındığına inanılan yabani atlar da longozu çeşitli bölgelere ayırarak yaşamlarını koloniler şeklinde sürdürmekteler. Sincaplar, çeşitli sürüngenler, kör yılan da longozun ev sahipliği yaptığı canlı türleri arasındadır. Köylülere ait mandalar, yaz mevsiminde buradaki göllerde serinlemektedir.


Ülkemiz coğrafyasında sulak alanları, ırmakları ve verimli topraklarıyla ön plana çıkan Karacabey’deki ekolojik sistem, başta Nilüfer Çayı olmak üzere Susurluk Irmağında yaşanan aşırı kirlilik ve kimyasal atıklar nedeniyle önemli ölçüde tahribata uğramıştır. Bölge, Korunacak Sulak Alan statüsüne alınmış ancak deltadaki aşırı kirlilik sudaki oksijeni de yok ettiğinden canlıların üremesi ve barınması özlenen düzeye ulaşamamıştır. Longoz ormanları ile çevresindeki lagün göllerinin tüm değerleri ve güzellikleriyle gelecek nesillere doğal miras olarak kalması amacıyla bunları koruma şemsiyesi altına alacak projeler üretilmeye başlanmıştır. Projeler hayata geçirildiği takdirde, bu doğal zenginlik bölgesi yürüyüş yolları, gözlem kuleleri, kütük evler, çadır kent, atış poligonu, kafeterya tarzı alanları içeren yerli ve yabancı turizm açık Koruma Öncelikli Orman ve Milli Park haline getirilecektir. Avlanmanın yasak olduğu longoz, Yaban Hayatı Geliştirme Sahasında bulunmakla birlikte bölgenin Ramsar Sözleşmesi’ne alınması için çaba harcanmaktadır.

Aklımda yeni yerler var, en kısa zamanda yeniden görüşeceğiz!




Referanslar:
  • Karacabeyli doğa fotoğrafçısı Alper TÜYDEŞ bölgede aktif bir şekilde fotoğraf çekmekte olup Bursa Tayyare Kültür Merkezi'nde açtığı Karacabey Longozu Diye Bi Yer Var başlıklı fotoğraf sergisi sayesinde longozu Bursalılarla tanıştırmıştır: http://www.karacabeyblog.com/?cat=21
  • İstanbul Halk Tiyatrosu oyuncularından Cem DAVRAN, Erkan CAN, Bahtiyar ENGİN ve Faruk AKGÖREN gibi ünlü isimlerin yer aldığı Karacabey Longozuna ait tanıtım videosu: