Pazar, Nisan 30, 2006

Golyazi-Apolyont Golu

Bir Pazar sabahindayiz… Yine soguk bir Pazar sabahindayiz… Yine puslu bir Pazar sabahindayiz… Yine gunesin kayboldugu bir Pazar sabahindayiz… Yine uykumuzun oldugu bir Pazar sabahindayiz… Ve yine yollara dokulecegimiz bir Pazar sabahindayiz… Hem de hic usenmeden… Belki yataktan goz ucuyla perdenin arkasindan hava durumunu kestirmeye calistigimiz bir Pazar sabahindayiz… Belki hava serin dedigimiz bir Pazar sabahindayiz… Belki sicak yatagimizdan ayrilmak istemedigimiz bir Pazar sabahindayiz… Ama Apolyont Golu/Golyazi Koyu icin heyecan duydugumuz bir Pazar sabahindayiz…
Bu sefer yolumuz dustu batiya… Izmir Yolundayiz… Uludag Universitesini geciyoruz… Karacabey Haralarina dogru ilerliyoruz… Bursa-Izmir Karayolunu yaklasik 35. km.sindeki kavsaktan sol karsiya gecip ic tarafa dogru yine yaklasik 5-6 km ilerliyoruz… Golyazi Koyune giris yapiyoruz…
Koye giristeki yolda sagli-solu tarlalar var… O puslu hava da bile benim en cok ilgimi ceken gelincik tarlalariydi… Hava her ne kadar serin olsa da baharin geldigi dogadan anlasilabiliyordu… Agaclarin beyazli-pembeli bahar cicekleri dallarini suslemeye baslamisti… Uzaktan bakildiginda yeni yeseren yapraklar ve goz alabildigince beyazli-pembeli minik bahar cicekleriyle agaclar… Tarlalarda ruzgarla birlikte bir saga bir sola yatan sari basaklar… Ve bunlarin arasinda buyuk obekler halinde kipkirmizi gelincikler… Canli… Kipkirmizi… Bir yol boyunca hem de!!!
 
Gerci o gun bir tezatlik vardi.. Gokyuzu gri… Bulutlu… Kapali… Gunes yok… Grinin hemen hemen her tonu mevcut… Ama o tarlalar?! :) Kimbilir parlak bir havada; gunesli bir hava da; o renkler ne kadar canlidir!
Tamam; bitti… Gelincikler bitti, devam ediyorum… :)
 
Gerci o gun bir tezatlik vardi.. Gokyuzu gri… Bulutlu… Kapali… Gunes yok… Grinin hemen hemen her tonu mevcut… Ama o tarlalar?! :) Kimbilir parlak bir havada; gunesli bir hava da; o renkler ne kadar canlidir!
Tamam; bitti… Gelincikler bitti, devam ediyorum… :)
Koy girisinde yol ikiye ayriliyor, sahil yolu ve sehir yazan iki tabela ile… Aslina bakarsaniz eninde sonunda her iki yol da kavusuyor birbirine:) Sehir merkezine dogru ilerleyince Aglayan Cinar’a ulasiyoruz… Birazdan anlatacagim onu…
Koyun tarihcesi M.O.6.yuzyila kadar uzaniyor… Koy eski bir Rum koyu… Yerlesim Bizans doneminde de devam etmis, 14. yuzyilin basinda Selcuklu ve Osmanli akinlarindan korkup Iznik ve Bursa'dan kacan Hiristiyanlarin siginma yeri olmus… Daha sonra Kurtulus Savasi’yla birlikte Selanik’ten koye gocler baslamis… Ve simdiki koy sakinleri yasamaya baslamislar…

Nerden baslasak? Golden mi baslasak, koyden mi? Himmmm… Golu anlatayim once… Sonra koy sokaklarinda geziniriz hep birlikte… Yorulunca cinarin altinda oturur cay iceriz; aciktiysak balik yeriz :) Hadi bakalim! Basliyoruz! Vazzzzzgectimmmmm… Ehehheh.. Once koyu anlatacagim :))
 
Cok onceleri, Marmara Denizi'nin guneyinde bulunan Odryses Cayi, Bandirma'dan denize dokulurmus. Bugunku gol de yokmus. Golun oldugu yerde Apollonia Kralligi, Odryses Cayi'nin bulundugu yerde de Melde Kralligi bulunmaktaymis. Apollonia kralinin guzel kizini Melde Krali, ogluna istemis. Ancak kizin gonlu olmadigi icin varmamis bu prense. Kral, bir tepe uzerinde saray yaptirarak, kizini buraya saklamis. Bunun uzerine kizan Melde Krali, "Gorun o zaman" demis. Odryses Cayi’ni Apollonia kentinin bulundugu topraklara dogru cevirmis. Irmak, tum Apollonia topraklarini sular altinda birakmis. Apollonia kenti ile, prensesin bulundugu sarayin cevresi sularla cevrili birer ada olarak kalmis. Apolyont (Ulubat) Golu de iste boyle olusmus.

Golun kiyisinda bircok koy var… Bu koylerden biri de iste bizim gittigimiz balikci koyu: Golyazi Koyu!

  

 


Basladik sokak sokak koyu gezmeye… Hani bizim Bursa’da aliskin oldugumuz dag koyleri vardir ya; nispeten kerpicten evler; evlerin altinda agillar; agir bir hayvan kokusu; hemen hemen heryerden gelen inek sesleri; etrafta dolasan tavuklar vb… Iste bu koyde bunlar yok… Balikci koyu dedik ya!… Farkli bir yasam sunmus bu gol, halkina… Sokaklar Arnavut kaldirim… Evlerin hemen hemen hepsi 2 katli… Dis cepheleri renkli renkli boyali… Hatta bircok evin sokaklara bakan bahce girisleri derler ya ates tuglalari; iste onlarla orulu… Koydeki eski surlar da bahce duvarlari olmus bazi evlerde… Minicik tahta cerceveli pencereleri olan evler… Pencerelerin kenarlarinla renk renk saksida cicekler… Bahce girislerinde kocaman saksilarda bir cok cicek… Hatta hepimiz biliriz ya konserve kutuları, 5 lt buyuk yag tenekeleri icleri bosalinca bir guzel yikanir ve cicek ekilir… Iste oyle sokaklar… Bir Ege tadinda… O tahta cerceveli minicik pencerelerden disariya dogru ucusan perdeler… Ve bircocugunun ucunda danteller…. Renk renk boyali kutu gibi evler… Himmmm… Bir sicaklik vardi… Kocaman evler istiyoruz, yuksek binalarda olsun istiyoruz, sehre yukaridan bakmak istiyoruz, duvarlarimiz saten boya, kapilarimiz amerikan kapi, parkelerimiz laminat olsun istiyoruz… Perdelerimiz en luksunden ve en sukselisinden olsun istiyoruz… Saksilarimi Ikea’dan gidip aliyoruz… Neden yazdim bunlari, bilmiyorum ama koydeki evlerin cok guzel bir sicakligi vardi. Hicbirimiz sehir hayatini birakamayiz elbette… Kucuk kacamaklar belki de fark etmedigimiz ama ozledigimiz o sicakligi kalplerimize biz hissettirmeden dokunduruyordur… Ve donusteki tatli rehavet de bunun bir gostergesidir… Kimbilir…

Koyde bir kilise var: St. Constantinus Manastiri. Sadece dis duvarlari ayakta kalmis… daha onceden gidenler catisininda saglam oldugunu soylediler… Ama bizim gezimizde catinin cok kucuk bir bolumu vardi… Manastirin ici tamamen harap olmus… Sadece toprak ve uzerinde yetisen otlar var… 1-2 sutun var… Ama denilene gore o sutunlarda zaman icinde baska yerlerden toplanarak getirilmis ve bu gune kadar yarimyamalak kalmislar…
 
Zaten bu anlamda koyde bir gariplik var :) Yine haklin anlattigina gore soyluyorum bunlari; bu yedi asirlik donemde koy bir cok tarihsel olay yasadigi icin eski yikintilari birlestirip birlestirip yikilan yada dagilanlarin ustune eklemeler yapmislar… Haliyle de ortaya farkli zamanlara ait, farkli kulturlere ait belki tarihsel dokusu ortak olan ama aslinda o yapiya uymayan bircok tarihi yapi var… Buna benzer yine surlar var… Surlar uzerinde cesitli sekiller var… Ama bagimsizlar birbirinden… Yine zaman icinde halk surlarin uzerindeki sekilleri birbirine benzeyen taslari vb tasiyip yan yana dizmisler… Ne yaraticilik degil mi! :))
Direklerde leylek yuvalari var… Bir suru leylek gordum!
 
 
Koyde bir de bir ilkogretim okulu var… Okulun duvarina Ingilizce bir siirin Turkce tercumesi ve orijinali yazilmis… Siirin sozleri cok etkileyici idi… Sanki hristiyanlara ait dini temalar vard ev o siirlerdeki anlatimda hep bir farklilik olur, hissedilir… Iste oyle briseydi… Hem siir beni etkiledi, hem de okul duvarinda olmasi… Belki de daha cok etkileyen okulda olmasiydi… Ama ben! Ah ben! O siirden 3-5 satir yazamadim sizlere…. Ne ogrendik?! Yanimizda kalem-kagit tasimak gerekiyormus…
 
Koyde haliyle bir de mezarlik var… Mezartaslari oldukca eski… Onemli kisilerinde mezarlari varmis… Pek aklimda kalmadi:) Idare ediverin beni bu konuda… Ama mezar taslari oldukca gorkemli! Halkin bir seyleri biryerden baska biryere tasima aliskanligi burada da kendini gostermis… Bazi mezar taslari yine tarihsel kronolojiye ve kulturlere uymuyor… Yani o donemde olmayan veya o kulture ait olmayan mezar taslari tasinmis, ve yerlesitirilmis… Fazla mistik bir yer uzaklasmak gerek diyor ve hemen cikiyorum alandan…
Koy sokaklarinda gezerken surekli gordugumuz bir sahne: balik tablalari, aglari, balik temizleyen kadinlar… Cunku koyun gecimi balikcilik uzerine kurulu… Gecmis yillarda gol bu kadar kirlenmeden once golden cikan baliklar cok daha fazlaymis… Cok fazla kerevit varmis, olsa da yesek simdi :) Balik mezatlari kurulurmus koyde… Civar sehirlerden balik almaya buraya gelirlermis… Koyde oldukca iyi para kazanirmis… Zaten yukarida da dedim; dag koylerinden farklilar diye… Koy zengin bir koy… Bu hemen hissediliyor… Bu farkliliktaki pay belki de biraz eski Rum koylululerinin Ege havasini yasatmalarindan da olabilir… Cocuklarin cogu sarisin ve renkli gozlu… Kizlarin cogunu saci uzun… Cocuklarin yanaklarinda tatli bir kizarmislik var hem gunesten hem de sudan… Su ve balik kokusu hep hissediliyor… Derin derin nefesler alarak bu konudaki tukenmisligimizi gidermeye calisiyoruz…

Golden cikan baliklar turna ve sazan. Biz dolasirken sokaklari golun kiyisinda balik satisi yapiliyordu kasa kasa… Yeni yakalanmis taze baliklar… Kasalardan kasalara atliyorlardi… Tam havadayken fotograflamaya cok calistik ama yetisemedik bir tanecik bir ziplayisa:)

Sokak arasinda olan koy firina ugradik… Havanin serinligi belki etkilemiyordu ama yavastan yavastan yorulmaya ve acikmaya baslamistik… Koylu kadinlarin firindan yeni cikardigi simsicak cevizli lokumlardan ve eksi mayadan yapilan kocaman koy ekmeklerimizi aldik… Yuruyuse devam ettik… Koprubasina dogru ilerlerken koylulerin sattigi zeytinlerden ve pekmezlerden de aldik… Koprubasinda bir caybahcesi, koy kahvehanesi var, oturduk…
Koyun girisindeki tabelalardan sehir merkezine dogru ilerleyince Aglayan Cinar’a ulasiyorsunuz demistim… Ve buyuk bir cinar… Eski bir cinar… Coook eski… 450 yillik oldugu soyleniyor.. Adi “Aglayan Cinar”… Iste koprubasindaki koy kahvehanesinin orada… Duble caylarimizi soyledik, actik lokumlarimizi, pekmezlerimizi, soluklanalim biraz dedik cinarin altinda… Neden adi bu? Cinar neden agliyor dersek, soyle anlatayim… Agacin govdesi icinden gelen ve dallarindan su cikiyor… Bence su degil de bu muhtemelen bazi bitkilerin kendi sivilari olur ya viskozitesi yuksek, kolay kolay akmayan... Oyle bir sey… Hatta bir bitki de var boyle, kendi sivisi yapraklarinin icinden cikinca agliyor derler, adini hatirlayamadim… Adi buradan cagrisim yapmis olsa gerek… Bu anlamda cok entresanligi yok. Ama yasi ve buyuk govdesinden oturu saygimiz buyuk :))
 
Yine burada baligimizi yiyebiliriz… Istersek cinarin hemen dibinde yapilmis ufak havuzdan yiyecegimiz baligimizi secebiliriz; ama sectigimiz baligimizin temizlenmesi biraz zaman alır, zamandan kazanmak ve hemen baligimizi yemek istersek de iceride hazirlanmis olan baliklardan siparis edebiliriz... Taze citir citir ekmek… Kocaman bir salata… Veee gol kiyisinda bir masa… Nasil??? Hemen gidesi geliyor di mi insanin :)
Burada kafede yada koy kahvehanesinde calan muzikler dikkatinizi cekerim Fransizcaydi! Inanmiyor musunuz yoksa… Beklemediginiz bir sey mi :) Evet! Hep Fransizca caldi… Ve muhtesemdi… Ben bile CD’lerinden edinmeyi dusunmedim degil dogrusu… Eger yolunuz duserde giderseniz, aklinizda olsun, 1 kopya lutfen ;)
Nerde kalmistik efendim… Soluklaniyorduk degil mi… Burada soluklanip cay-sicak lokum-pekmez-balik-salata-tavla keyfi yaptiktan sonra oklar gole cevrildi! Evet! Evet! Golde kayikla gezinti! Kosa kosa golun kiyisina gittik… Henuz yaz gelip fazlaca sicak bastirmadigi icin su seviyesi yuksekti… Bu yuzden gol kiyisinda kalan agaclarin govdelerinin en azindan yarisi su icinde… Harika bir goruntu! Durgun bir su… Suya gomulu agaclar… Agaclarin suya degen dallari… Yapraklari… Ve bir balikci kayigi… Bu zevk asla kacirilamazdi… Biz de balikci kayigimiza bindik… Ne kadar cok ozlemisim balikci kayigi ile gezmeyi… Kayigin arkasinda pir pir calisan moturu… Kurekleri… Giderken ruzgarin yuzlerimize vurusunu…
 
Golun kiyi kismi sazliklarla dolu… Su fazla derin olmadigi icin de oldukca bulanik… Golde ufak ufak adaciklar var; Halilbey Adasi, Manastır Adasi, Heybeli Ada, Kizadasi.. Hemen hemen hepsinin de bir hikayesi var… Heybeliada gole bir kopru baglaniyor… Kisin su seviyesi yuksek iken koprunun alti suyla doluyor ve ada oluyor, yazin su seviyesi azalinca koprunun alti kuruyor ve yarimaada oluyor…

Kayikla gezerken bircoguna baktik… Hikayelerini dinledik… Golun ortasinda kayiklarimizin motorlarini durdurduk… Sessizlik icinde bir suya baktik… Bir adalara… Bir gokyuzune… Iste hava acik olsaydi, daha bir guzel olacakti bu anda :) Neyse efendim… Ortam cok guzeldi… Balik aglarini gorduk… Baliklar gorduk… Balikcilar gorduk… Pelikanlari gorduk… Leylekleri takip ettik… Kayikta giderken Titanik’te geminin burnundaki o meshur sahnesini, yada matrix’teki Leo’nun yine o meshur mermilerle olan dans sahnesini bile gerceklestirdik! Kureklere asilanlarimiz oldu… Motoru kullananlarimiz oldu… Kayiklardan hicbirimizin inesi gelmedi… Hele benim, hic!
Sira geldi artik donmeye… El salladik… Soguk havadan sicak arabalara yoneldik… Yolda uyumak istercesine sicak araba icinde keyifli bir gun gecirmistik…Golyazi’ya… Apolyont Golu’ne gidecekler olanlar! Beni de alin!

Bir baska yerde gorusmek uzere… Sevgilerimle.

Çarşamba, Nisan 12, 2006

yarin artik yalan oldu

bebekler; buyuklerin anlayacagi dili bulana degin bircok dil dener...

Yarin artik dun oldu...
Yarin artik yalan oldu...
Yarin artik hayâl oldu...

Suan cok net olarak ifade edebilirim ki; zor durumdayim. Uzerimde muthis bir baski var ve tarif bile edemiyorum. Gunluk yasam oldugu gibi devam ediyor. Herkes ayni kosusturmada. Uzaklasiyorum ve bakiyorum. Ben de ayniyim. Ayni kosusturmadayim. Yaklasiyorum ve sadece bana bakiyorum. Ama sadece kendimi goremiyorum. Sen de varsin. Agir bir baski var. Uzerimden firlatip atmak istedigim yok olsun istedigim gitsin istedigim, ama bir turlu boyle olmayan...

Bakiyorum da; bir cok soz ve cumle geliyor dilimin ucuna hicbir zaman dile dokulmeyen... Bogazimda dugumlenip kaliyor her bir kelime... Orada kaliyor ve hic cikmiyor, gelmiyor benden sana... Oysa ki o kadar cok istiyorum ki agzimdan dokuluversin iyi-kotu teker teker... Oysa ki o kadar cok istiyorum ki sen de bilesin... Soze dokulemeyisi acaba kelimelerin agirligindan mi yoksa kelimelerin benim uzerindeki agirligindan mi... Bilmiyorum agir olan ne...

Soyle cikip bir haykirmak istiyorum... Sesim kisilana kadar... Nefesim bitene kadar... Sesim heryere ulasincaya kadar... Bundan emin oluncaya kadar... Bogazimi, ses tellerimi hissetmek istiyorum... Sesimin yankilanisi duymak istiyorum... Cigerlerime havanin dolusunu ve baslisini hissetmek istiyorum... Nefesimin bitisini ve dolan havayla yeniden nefes alisimi hissetmek istiyorum... Butun kelimelerim duyulsun istiyorum... Butun kalbimi bilesin istiyorum...

Gidip kosacagim... Saatlerce... Kilometrelerce... Ayni parkuru defalarca... Arkama bakmadan kosacagim... Durmadan kosacagim... Hep hizli... Hep daha hizli... Rüzgari hissedecegim... Ruzgarin yuzume degisini hissedecegim... Gozlerimi kapatmak icin zorlayan o ruzgari hissedecegim... Hic durmayacagim... Her seferinda bacaklarimi daha ileriye atacagim... Nefes nefese kalana kadar, terden sirilsiklam olana kadar, yere yiyilana kadar kosacagim... Ve en sonunda kendimi cimlerin ustune atacagim... Ve gokyuzune bakacagim... Kosmayi birakmanin, durmanin, yere atmanin vucudumda yaratacagi o sicakligi hissedecegim... Gokyuzune bakacagim...

Donecegim... Gelecegim... Siki bir dus alacagim... Kalacagim dustan dokulen suyun altinda dakikalarca... Suyun vucudumda akisini hissedecegim... Gozlerimi kapatacagim ve dinlenecegim... Sıcak su tum kaslarimi gevsetecek... Tenimi yumusacik yapacak... Omuzlarimdaki o agir yuk suyla birlikte akip gidecek...

Ve ben aglayacagim... Ruzgara karsi acik tutmaya calistigim o gozlerimi artik yormayacagim... Birakacagim kendimi... Her ne varsa beni yikan, gozyaslarimla icimden akip gidecek... Hicbirini tutmayacagim...

Sonra yemek yiyecegim... Belki deniz kiyisinda... Ne de guzel olur... Gece karanliginda, az bir isikla... Hafif bir meltem... Belki bir kadeh kirmizi sarap... Belki bir duble raki... Ama mutlaka bir dost... Gozlerinin icine baktiginda huzur duydugun ve sana yalniz oldugunu hissettirmeyen bir dost... Belki bu dost bir ay belki denizdeki yakamoz... Belki de bir sarki... Belki de sen... Ama mutlaka bir dost... Belki de mutlaka sen... Hep sen..

Sonra bu yaptiklarimi anlatacagim sana... Ve son soz olarak diyecegim ki sana yine dilimden bir turlu dokulmeyen sozcuklerle; beni cok hayalkirikligina ugrattin coook...

Sen bu yaziyi okudugunda; ben kaybolan hayallerimi biryerlerden arayip bulup tekrar ortaya cikariyor olacagim, yikilan hayallerimi yeniden bir araya getirmeye calisiyor olacagim... Bir de zarar gormesin diye korkumdan sakladigim diger hayallerime sariliyor olacagim...

Sen bu yaziyi okurken; ben hâlâ burada olacagim...

Pazar, Nisan 09, 2006

Saitabat Selalesi

Soguk demedik dustuk yollara… Yola cikmadan once dusunmedim degil dogrusu bu sogukta cikilir mi diye :) Ama dedik sonra Ey Turk Gencligi! Sana yakismaz bu usengeclik… Cikacaksin ve atacaksin kendini dogaya… Sonrasinda bizde oyle yaptik :) Giydik polarlari, kazaklari, montlari dustuk yollara… Birde soguktan surekli akan burnumuz icin mendillerimizi aldik yanimiza…


Rotamiz Saitabat Selalesi. Nerede burasi dersek; Bursa’nin dogusunda kalan Kestel Ilcesinde. Peki nasil gidiyoruz dersek; Bursa-Ankara Yolu uzerinde ilerliyoruz. Yaklasik 10 km ilerledikten sonra sag tarafta Cumalikizik Koyu Girisi var… Girise sapmiyoruz ve koyu geciyoruz… Ileride hemen sagda Kestel’in icine girmeden Saitabat girisi var… Iste buradan saga saparak kivrila kivrila bir yolda ilerliyoruz… Derekizik Koyu’ne ulasmamiz gerekiyor! Bu koyu gectikten sonra ileride yukarida selalemize variyoruz… Yada alabalik keyfine :)
 
Yolumuz bir sag bir sol seklinde virajli ve rampali… Yolda ilerlerken eger hassas bir bunyeniz varsa araba tutup mideniz bulanabilir haberiniz olsun! Benim bir onceki gidisimde bunu ciddi ciddi yasamis, tecrube etmistim :) bu seferkinde hafif bir bulantiyla kurtardim! Ama gruptan bu durumu daha agir yasayanlar vardi :)) Burada bolge icin onemli su kaynaklari var. Bu nedenle yol uzerinde su fabrikalari var… Kaynaktan cikan icilebilir nitelikte sular bu fabrikalar tarafindan cesitli proseslerden gecirilerek farkli boyutlardaki siselere konuyor… Ayrica yol uzerinde bir de cimento fabrikasi var… Ne yalan soyliyeyim adindan da olsa gerek bir beton yigini olan bir tesis… :(
 
Bu ara bilgilendirmeden sonra yolumuza kaldigimiz yerden devam edelim :)

Simdi gelelim biraz bulundugumuz yeri tanitmaya… Ilce adini; eski bir kale olan Kastel Kalesinden aliyor. Bu kale Roma, Bizans ve Osmanli donemlerini yasamis bir kale… Burada osmanli koyleri var… Hepsinin de ortak ozelligi “kizik” koyleri olmasi; hamamlikizik, cumalikizik, fidyekizik ve derekizik… Hikayeleri nedir bunlarin derseniz; bu osmanli koyleri dagin dik yamaclari arasinda Oguzlarin Kayi boyuna mensup Kizik Turkleri tarafindan kurulmus koyler… icinde hamam olan koyun adi “hamamlikizik”, dere kenarinda olan koyun adi “derekizik”, fidye verilerek alinan koyun adi “fidyekizik, Cuma namalari icin haklin topluca camiye gittigi koyun adi “cumalikizik”…

Burada donem donem yerli turist gezileri oluyor, motor tutkunlari seyirler duzeliyorlar, otobusle gelen universiteler oluyor, bir de arada bir 1-2 senlik oluyor… Isimlerini ve tarihlerini hatirlayabildigimi soyleyemeyecegim. Bir tanesine denk gelmistim… Gitmeyin arkadaslar ! Ehehhehh… Senlikte gitmeyin… Cok kalabalik oluyor, haddinden fazla yorulmus ve bezmis bir sekilde donuyorsunuz… Hehhhhee… Gitmeyin sakin o donemlerde ! Kacin hatta !!!

Saitabat Selalesi de, Derekizik Koyunden yaklasik 8-10 km yukarida olan bir selale… Ama dikkat lutfen! Sakin cok buyuk bir selale hâyal etmeyin yada bana demeyin bu da selale mi diye! Tamam ben de biliyorum daha da buyukleri var, daha da doga mucizesi olanlari var… Ama lutfen ! bu bir Pazar gezisi :) Selale derin bir kanyondan akiyor… Kayalar ve ve kayalarin hemen dibinde olan agaclar nemden dolayi yosunlu… Hele bir de kis vurdugunda o ruzgar soguk soguk estiginde… Yosun tutmalari cok dogal… Minik minik obek obek yemyesil yosuncuklar…
 

 Hava bir de gunesli ve sicaksa sulara dokunmak istiyorsunuz… Bugun hava soguk ve pusluydu, o yuzden benim tek dusundugum sey montumdu :) Yaz aylarinda su kaynaginda azalma oluyor… Benim onceki gidisim yazdi, su; bu simdi ki gibi gurul gurul akmiyordu… Bu kadar cezbedici degildi… Onerim bahar aylarinda gitmenizdir… Karlarin erimeye basladigi Subat-Mart aylarinda giderseniz, degmeyin keyfinize diyebilirim !
Baharin gelmesiyle birlikte dag yemyesil bir ortuye burunmus… Agaclar beyaz bahar ciceklerini amcaya baslamis… Tarlalar yeni yeni surulmus… Taze bir toprak kokusu icinize isliyor… Bir rehber esliginde selalenin ust kisimlarina dogru yuruyus yapabilirsiniz… Onerim kesinlikle yapmanizdir; cunku yukarlara ciktikca etrafi cok daha guzel goruyorsunuz… Manzara sizi buyuluyor… Akan suya hâkim olabiliyorsunuz… Biz bu sefer daha kucuk bir yuruyusu tercih ettik… Araclari park edebildigimiz yoldan yuruyerek asagiya dogru indik… Sol tarafta kalan sapmadan iceriye dogru girdik… Tarlalarin arasinda cakil taslarindan olan bir yolda ilerledik… Yeseren doga… Yollarda acmaya baslamis sarili-mavili-morlu cicekler… Yer yer karsimiza cikan cimenler… Beyaz cicekleriyle agaclar… Karsimizda duran ve bircok farkli yesili barindiran bir dag… Taptaze bir hava… Sehirden uzaklasmis, kosusturmalarinizi birakmis bir halde yuruyorsunuz… Arada bir biryerlerden cikan kopeklere dikkat! :) Gerci birsey yapmiyorlar ama; ben her bana yaklastiklarinda ben de gruba daha bir yaklastim :))
Yaz aylarinda yollardaki bazi agaclarda ari kovanlari goreceksiniz… Gerci bu soguk havada disarida ucusan arilar yoktu ama yazin gercekten etrafta vizildiyorlar :)
Cakil tasli bu kisa yuruyus parkurunu gectikten sonra artik birseyler yemenin zamani geldi diyerek dere kenarina kurulmus lokantalardan birine geciyoruz… lokantalarin kapali kisimlari oldugu gibi bahcelerde de yererli var… Hatta yaz aylarinda dereye bile indirdikleri masalar var ! Burada alabalik yiyebilirsiniz… Eger balikla araniz iyi degilse mangal keyfi yapabilirsiniz… Yaninda da seveni icin raki, bira yada sarap keyfi super olur… Aslinda gelip de suyun kenarinda kurulan o tahta masa ve sandalyelerden olusan o lokantalarda soyle bir selale ve doga manzarasi yapip, guvecte mantarli-kasarli alabalik yiyerek yaninda da raki keyfi yapmadan olmaz yani ! :) Olmaz simdi… Sezar’in hakki Sezar’a… Yiyeceklerinizi cesitli mezeler, kasarli firinlanmis patates, kizarmis köy ekmegi, koy tereyagi, koy zentinyagi yagi ile yapilmis salatalar ile zenginlestirip turk kahvesi ve guvecte helva ile bir ziyafet seklinde biterebilirsiniz… Hele hele hava soguksa bir baksa zevkiniz de size hizmette kusur etmeyen servisten baska benim gibi yanan sicacik bir soba olup bunun sonuna kadar tadini cikarmak da olabilir…
Bir baska yerde gorusmek uzere… Sevgilerimle.