SIĞACIK (Seferihisar)
Ne şirin bir kıyı kasabasıydı Sığacık. Sanırım yolumu yeniden oraya düşürmek istiyorum, dalgaların sesi eşliğinde daha uzun süre deniz kenarında kalıp güneşi batırarak ay ışığına selam verebilmek için, belki birkaç lokma ve birkaç yudumla birlikte, belki dalıp giden gözler ve akla düşen hayallerle birlikte, biraz omuzlarıma değip geçen hafif serin rüzgârla birlikte.
Bazı yerler vardır, daha önce gitmediğinizi, görmediğinizi, yaşamadığınızı düşünürsünüz. Sonra her adım atışınızda ruhunuzun daha önceden gittiğini, gördüğünü, yaşadığını hissedersiniz. İşte öyle bir his oldu içimde Sığacık için. Aynı hissi Datça’da yaşamıştım. Datça’nın havası, suyu, denizi, taşı, toprağı önceden yüreğime yazılmış, beni bugün bile duyguları ve beğenisi değişmeyen bir Datça aşığı yapmıştı. Sığacık da bana bu duyguları yeniden hissettirdi. Orda olanlar ne şanslı!
Sığacık, İzmir ilinin güneybatısındaki Seferihisar ilçesinin deniz kenarında şehir merkezine yaklaşık 50 km mesafede curcunadan uzak sakin bir beldesi/kasabası (Rota: 38.194647, 26.784493). Sokakların arasında dolaşırken öyle bir rahatlık, huzur, telaşeden uzaklık ve sakinlik hissediyorsunuz ki, dünyanın hep bu hızda dönmesini arzu ediyorsunuz. Aslında bu büyülü yavaşlık bir sürpriz değil, belde sakinlerinin ve yerel yönetimin bilinçli bir tercihi. Şöyle ki buranın daha önce ülkemizde duymadığımız bir etiketi var: “citta slow/sakin şehir”.
Citta slow, sakin şehir, yavaş şehir anlamına geliyor. Seferihisar ilçesi, İtalyan Komitesi tarafından nüfusu 50binin altında kalmasından ötürü geleneksel yaşam tarzını koruduğu, mimarisine sahip çıktığı, modernleşme ve çarpıklaşmaya yenik düşmediği, el sanatlarını yaşatmaya devam ettiği ve yemek kültürünü fast food ile değiştirmediği için 2009 yılında simgesi salyangoz olan bu unvanı alıyor. İlçede turizm, balıkçılık, zeytincilik, narenciye ve enginar tarımcılığını ağırlık kazanıyor.
Arnavut kaldırımlı sokaklardaki iki-üç katlı avlulu ve cumbalı evler, ege kıyılarının klasik yazlık beyaz evlerinden. Ruhunuz beyazın sonsuzluğu içinde kaybolurken renkli ahşap panjurlu pencereler, renkli kapılar, renkli çerçeveler, renk renk çiçekler, boyanarak süslenmiş duvarlar, kapı önüne soluklanmak için atılıvermiş hissi veren rengârenk ahşap masa ve iskemleler görsel bir şölen olarak başınızı döndürüyor, hele ki bizim gibi gündüz saati oradaysanız güneşin sıcaklığı ve ışıltısı bambaşka bir enerji yüklüyor her bir dokuya.
Bu evlerin hemen hemen hepsi butik otel, motel, pansiyon, restoran, kafe, gözleme evi veya hediyelik eşya dükkânı olarak hizmet veriyor. Egenin yeşilliklerinden yapılan çeşit çeşit zeytinyağlılar, gözlemeler, mantılar, buz gibi sulu sulu karpuzlar, el baklavaları, ev yapımı reçeller, ev yapımı turşular, limonatalar, karadut suları, kurutulumuş paketlenmiş yerel otlar her köşe başından adeta size göz kırpıyor. Her biri birbirinden özel olsa da en özel ve en güzel gözleme evi “İnci Hanım’ın Gözleme Evi”ydi. Elbette ki adından dolayı her durumda bir ayrıcalığı olacak benim için ama her şey bir yana çok lezzetli gözlemeleri vardı, Cumalıkızık gözlemelerini tahtından edecek lezzette hem de!
Limandaki Paşa Kaptan'ın Evini de unutmamak gerek:)
Bu sıcakta dondurma olmazsa ben o kadar dolaşamam diyorsanız; elbette haklısınız. Biz de, beldenin sakızlı dondurmasının meşhur olduğunu öğrenerek dondurmamızı yemeden edemedik. O inatçı lezzetle karşılaşana kadar inat ettik ve çarşı tarafında Kecheese Dondurmacısı’nı bularak sakızlı keçi sütü dondurmamıza kavuştuk.
Hediyelik eşya dükkânlarında, yaza uygun tiril tiril etnik oryantal çizgilerde satılan şile bezi, şifon, ipek uçuş uçuş bluzlar, etekler, tulumlar, şalvarlar, fular ve kombin yapabileceğiniz rengârenk bez çantalar, küçük dekoratif biblolar, el yapımı taş boyama magnetler bulunuyor.
Ülkemizin tarihsel geçmişinden dolayı hemen hemen yerde olan kalelerden Sığacık’ta da vardı: çarşı ile liman arasında kalan ilk olarak Selçuklular tarafından yaptırıldığı düşünülen ve daha sonra Kanuni Sultan Süleyman tarafından Rodos seferleri için onarılan Sığacık Kalesi. Bu küçük kalenin içinde akşam düzenlenecek bir organizasyonun masa, sandalye, sahne düzenlemeleri yapılmış olduğundan bahçesini gezmedik, dışından turladık. Tabi gözlerden kaçmayan bir gerçek varsa o da şuydu; sokaklara ve binalara bu kadar özen gösterilirken kalenin kendisinin kendisine neredeyse terk edilmiş olmasıydı. Sur aydınlatması var mı yok mu anlayamadım, bahçesi organizasyondan ötürü dağınık ve kirliydi, duvar ve kapıları bakımsızdı, info tabelaları yoktu, civarında çöp kutular, çöpler, araba parkları bütün görselliği alıp götürüyordu.
Biz o gün deniz kenarına geçip serin sulara kendimiz atmadık. Ama aynı günlerde bir arkadaşım da Akkum Plajı’nda zeytinyağlılar-kitap-deniz-güneş-kum-tatil keyfi yapıyordu. Mavi bayraklı bu plajlarda deniz tatili de yapabilirsiniz. Biz aklımızın bir köşesine yazdık.
Sığacık’ın göremediğimiz yüzü Pazar günleri kurulan yerel açık pazarı, gece saati açılan arastası, marinadaki mehtap ve Doğa Okulu. Bu liste de yeniden gelmek için güzel bir bahane işte! :)
Keşfe devam!
(Seferihisar Teos Antik Kent yazısını okumadan geçmeyin)