TAKAS PAZARI
TAKAS – BARTER – DEĞİŞ TOKUŞ
Takas kelimesine milletçe pek uzak değiliz, günlük yaşantımızda kelime olarak belki pek telaffuz etmesek de kültürümüzün içinde olan bir kavram aslında. Komşumuzun kapımıza kadar bize ikram etmek için getirdiği kek tabağı, börek tabağı, aşure kasesi biliyorsunuz ki asla boş çevrilmezdi. Tabak mutfağa alınıp yıkandıktan sonra içine hemen bir başka ikram konarak iade edilirdi. Bu bizim geleneklerimizde vardı. Evet, ticaret olsun diye yapılmazdı ama bir nevi değiş tokuş olurdu evlerin mutfakları arasında.
Takas, para kullanmadan elimizdeki bir malı/ürünü, bir başkasının malı/ürünü ile değiş tokuş yapmak demek. Ticarette de tercih edilen alternatif bir finansman yöntemi, daha terimsel olarak barter adı ile anılıyor, firmalar ellerinde ürün veya hizmetleri oluşturdukları havuzda birbirlerine göre derecelendirerek/değerlendirerek karşılıklı değiş tokuş ediyorlar. Bu anlamda barter ile ilk tanışmam, üniversiteyi bitirdikten sonra gerçekleştirdiğim bir iş görüşmemde olmuştu. Mesleğimden bağımsız tecrübe edinmek amacıyla katıldığım bir sigorta firmasına ait mülakatta, sistemlerinin barter üzerine kurulu olduğu ve üyelerine bu şekilde hizmet verdiklerini anlatmışlardı. Daha sonra katıldığım diğer bilgilendirme seminerinde çok güzel bilgiler öğrenmiştim. Tabi mesleğimden farklı bir kulvar olduğu için yola onlarla devam etmedim ama edindiğim tecrübem hiç olmasa bu yazıda bu paragrafı yazabilmem için heybemde yerini çoktan almıştı bile.
Üzerinden yıllar geçtikten sonra takas kelimesi hayatıma bir başka şekilde girdi: Fincan Takası. Girişimci ve çalışkan bir kadın olan Nüket ile. Nüket bu takas işini, modern yaşamımızın bir parçası olan sosyal medya üzerinden kadınların ilgisini çekerek oldukça başarılı bir şekilde gerçekleştirdi. Yola uzun süre havuza dâhil olan üyelerin birbirlerine karşı ilgisinin, özeninin ve samimiyetinin azalmasından dolayı devam edemese de oluşturduğu markalarının (Pia Polya ve İmagnetFun) marka yönetimlerinde sektör ortaklarıyla güzel işbirlik aracı olarak kullanmaya devam ediyor.
Türk kahvesinin yeri çocukluğuma dayanır. Annem her gün hiç sektirmeden mutlaka bir fincan türk kahvesi içerdi. Küçük yaş dönemime ait hatıralarım doludur taze çekilmiş türk kahvesi aldığımız görüntülerle. Hatta o görüntüler gözümün önüne gelince o koku da burnuma gelir. Annemin türk kahvesi keyfi, taze çekilmiş türk kahvesi alışverişi, çerezcinin küçük avuçlarıma verdiği kahve çekirdekleri, bizim çocukken çarpıp kırdığımız ama annemin gözü gibi baktığı türk kahvesi fincanları özüme işlemiş gizli alışkanlıklarımdı benim. İstanbulda yaşayan rahmetli ananem ve dedemlere her gidişimizde, ananemin annem ve bize hoşgeldine gelen komşuları ile türk kahvesi içerken bana da sütlü kahve yaptıkları bir çocukluktu benim çocukluğum. Üniversite yıllarında vize ve final dönemlerinin gözde içeceği neskafe olsa da türk kahvesinin yeri bambaşkaydı. Bir akşam kulak burun boğaz doktoru ve türk sanat müziğinin saygın güftekârı Hüsamettin Olgun’u evinde ziyaret ettiğimizde çok özel bir yönünü daha keşfettim, türk kahvesi fincanı koleksiyonu. O gün, ahşap dolabın içinde dizi dizi yer alan o özel fincanları da benim ruhuma işledi. Önce evde annemin takımın bozulmasına razı geleceği fincanlardan bir iki tane aldım. Ama devamını pek getiremedim. Kimse takımlarını bozmuyordu. İşte hayat öyle bir şey ki, bir gün geldi ve benim bu iki tutkumu yaşayan Nüket’le tanıştım. O ve grubundaki üyeleri türk fincanı koleksiyonu oluşturma hayalim takas ile gerçekleşmeye başladı. Birbirilerimizin fincanlarına talip olup ve paketlerimizin için küçük hediyeler koyarak birbirimize kargoluyorduk. Grup dağılınca takaslar bitti, koleksiyon zayıf kaldı ama hatıraları olan fincanlarım oldu.
Türk kahvesinin yeri çocukluğuma dayanır. Annem her gün hiç sektirmeden mutlaka bir fincan türk kahvesi içerdi. Küçük yaş dönemime ait hatıralarım doludur taze çekilmiş türk kahvesi aldığımız görüntülerle. Hatta o görüntüler gözümün önüne gelince o koku da burnuma gelir. Annemin türk kahvesi keyfi, taze çekilmiş türk kahvesi alışverişi, çerezcinin küçük avuçlarıma verdiği kahve çekirdekleri, bizim çocukken çarpıp kırdığımız ama annemin gözü gibi baktığı türk kahvesi fincanları özüme işlemiş gizli alışkanlıklarımdı benim. İstanbulda yaşayan rahmetli ananem ve dedemlere her gidişimizde, ananemin annem ve bize hoşgeldine gelen komşuları ile türk kahvesi içerken bana da sütlü kahve yaptıkları bir çocukluktu benim çocukluğum. Üniversite yıllarında vize ve final dönemlerinin gözde içeceği neskafe olsa da türk kahvesinin yeri bambaşkaydı. Bir akşam kulak burun boğaz doktoru ve türk sanat müziğinin saygın güftekârı Hüsamettin Olgun’u evinde ziyaret ettiğimizde çok özel bir yönünü daha keşfettim, türk kahvesi fincanı koleksiyonu. O gün, ahşap dolabın içinde dizi dizi yer alan o özel fincanları da benim ruhuma işledi. Önce evde annemin takımın bozulmasına razı geleceği fincanlardan bir iki tane aldım. Ama devamını pek getiremedim. Kimse takımlarını bozmuyordu. İşte hayat öyle bir şey ki, bir gün geldi ve benim bu iki tutkumu yaşayan Nüket’le tanıştım. O ve grubundaki üyeleri türk fincanı koleksiyonu oluşturma hayalim takas ile gerçekleşmeye başladı. Birbirilerimizin fincanlarına talip olup ve paketlerimizin için küçük hediyeler koyarak birbirimize kargoluyorduk. Grup dağılınca takaslar bitti, koleksiyon zayıf kaldı ama hatıraları olan fincanlarım oldu.
Hayat akmaya devam ederken yaşadığımız her an, olay, mekan ve kişilerin bilinçli veya bilinçsiz kendi tercihlerimiz olduğunu düşünüyorum. Modernleşen büyükşehir yaşantısı, bizlere çocukluğumuzdaki sokak kültürünü unuttururken statü sembolü haline gelen siteler, kentler, parklar, rezidanslar içinde yaşamı sunuyor artık bizlere. Akıllı evler ile teknolojik yaşantılarımız olurken ışıltılı dünya yitirdiğimiz eski bağları bize hissettirmiyor. Ta ki bir üst bilinç gelip bizim bilincimizle ortak olup yaşantımızda tesadüf diye düşündüğümüz kesişimleri ortaya çıkarana kadar böyle gidiyor.
İşte o kesişimlerden biri de bu yazının konusu. Eskiden aile içinde, komşular arası -bugünün kavram karmaşası yaşayan moda hareketi vintage second hand akımından bahsetmiyorum bile- içtenlikle ben kullandığım, yıpranmadı, sen de kullan ya da ben de bu var sende de şu var gel beraber değiş tokuş ederek ikimizde de olsun bunlar dediğimiz şeyler bahsettiğim. Burası, 3 yaşındaki çocukların ruhlarına işleyecek davranışlara ev sahipliği yapan bir okul öncesi eğitim merkezi. Bu çocuklar birbirleri ile oyuncaklarını değiş tokuş ettiler, kitaplarını değiş tokuş ettiler. Belki oyuncaklarından ayrılmak zor geldi, belki kitaplarını vermek istemediler ama birinin eskisi diğerine yeni gelince takasın tadını anladılar. İkinci eli değerlendirmeyi öğrendiler. Tüketimin önüne geçme bilincine sahip oldular. Takas kelimesi sadece dilsel olarak değil zihinsel olarak da anlamlandırdılar.
Daha sonra öyle bir şey oldu ki yılsonunda çocuklar ebeveynleri ne rehber oldular, ebeveynler takas şenliğine katıldılar. Şimdi herkes bir başka arkadaşının hatırasına sahip olduğu için daha da kuvvetli arkadaşlık ve dostluk bağlarına sahip.
Aşağıdaki ürünler de benim neskafe fincanlarıma karşılık aldığım bir fondü kabı, keçeli kalem ve boyama kitabı ile koleksiyonumu başka bir doku katan toprak türk kahvesi cezvesi.
Bu gün yaşadığımız her an, geçmişte tasarlandı, yazıldı, oluştu ve biz şimdi yaşıyoruz. Siz bu satırları okurken de yarınlarda (nerede ne zaman nasıl olacağını bilmiyorum ama) yaşayacağımız anılara ortak oluyor, bugünden imzanızı atıyorsunuz. Keşke hep güzel insanlar olsa hayatımızda. Ama o güzel insanlar o güzel atlara binip gittiler. Geride kalanların kim olduğunu söylüyor Yaşar Kemal. Niyet edelim: Güzel düşlere, keyifli günlere!
*Fotoğrafların bir kısmı Başka Dünya Anaokulu'ndan alınmıştır.