UÇURTMA ŞENLİĞİ
Hani diyorlar ya “bir çocuk doğduğunda bir anne doğarmış”; o sözün devamı da şöyle olmalı: “sonra da anne hem çocuğunu hem de içindeki kendi çocukluğunu yeniden büyütürmüş”. Minik kızım büyürken adeta içimdeki o yaşlardaki minik beni de sevgiyle sarmalayarak ikisini bir arada büyütüyorum. Gözümün önünde fiziksel gerçek kızım koşup oynarken aynı anda kalbimle hayali bir minik ben de görüyorum koşup oynayan.
İşte yine böyle bir zaman sınırsızlığı içinde buluverdik kendimizi bu haftasonu, tam yeri ve tam zamanıydı. Bu haftasonu Nilüfer Belediyesi Nilüfer Kent Konseyi'nin "Nilüfer'de çocuk olmak ayrıcalıktır" diyerek Uluslararası Spor Şenlikleri kapsamında Gölyazı’da düzenlediği Uçurtma Şenliği’ndeydik. Baharın gelmesiyle beraber Badişko geçen yaz Tirilye’de açık tezgâhtan aklı kalarak aldığı Hello Kitty uçurtmasını uçurmak istiyordu. Yazın birkaç kez uçurmaya çalışmış ama tadı damağında kalmıştı. Şehir yaşantısı işte, her ne kadar kış bitmiş olsa da akşam işten ve kreşten dönüp kalan kısıtlı zamanda apartmanlar arası uçurtma uçuramıyoruz. Çocuklar heveslerini kursaklarında biriktirmek zorunda kalıyorlar. Kaç kez de uçurtmamızı yanımızda taşıdık ama ya kamp alanının sık ağaçlı oluşundan ya da rüzgâr yetersizliğinden uçuramadık. Hal böyle olunca da haftasonu düzenlene uçurtma şenliğine teşrif etmez isek olmazdı :))
Hava nispeten bulutlu olsa da yağış yoktu. Rüzgar yeterince kuvvetli esiyordu. Kaptık hemen katlanır kamp masa ve sandalyelerimizi, attık arabanın bagajına. Yanımıza da aldık mı bir koca termos çayımızı. E yoldan da katıklarımızı hallediverdik. Uçurtmamızla düştük yola.
Uzun zamandır Gölyazı’ya gelmemiştim, daha bir kalabalıklaşmış, daha bir yerel turizm bölgesi haline gelmiş. Uçurtma uçurmak için Zambak Tepe’yi seçmişler. Anayoldan Gölyazı Sapağına girip tarlalar arasında ilerleyip Gölyazı’ya geldiğinizde jandarma ve zabıtalar şenlik alanına girmek için sizi henüz girişe tam gelmeden sola doğru yönlendiriyor. Tepe ayağında otopark olarak ayrılmış düzlüğe aracınızı park edip az bir eğimle yürüyerek şenlik alanına çıkıyorsunuz.
Şenlik alanında kurulan masalarda, uçurtmanızı düzenlenen atölye ile görevlilerle beraber yapabiliyorsunuz, yok ben yapamam derseniz hemen bizim uçurtmamız gibi profesyonel olmayan naylon uçurtmaları olan bir satıcıdan satın alabiliyorsunuz. Belediye en güzel uçurtma yarışması da düzenlemiş, şenlik saatine riayet eder erken gelirseniz kayıt yaptırıp katılabiliyordunuz, daha geç gelirseniz jüri dağıldığı için serbest uçuruyorsunuz. Nilüfer Belediyesince her ziyaretçiye birer kumanya hazırlanmış; içinde bir sade açma, bir paket meyve suyu, bir şişe su ve bir adet elma bulunan. Ve güneşten korunmak için de birer şapka. Ayrıca her katılımcıya her çocuğa ücretsiz kitap dağıtımı da vardı. En güzel hediyelerden biriydi. Biz de kitabımızı ileride okuma yazmayı öğrendikten sonra okumak üzere günün anısı olarak aldık.
Şimdi gelelim yazının başındaki ilk paragrafa :) Badişko uçurtmasının havalanmasını takip ederken ve diğer uçurtmalara bakıp heyecanlanırken; işte içimdeki minik ben de o heyecana katıldı. Üç jenerasyon geldiğimiz şenlikte, annem ve ben göz göze gelip benim çocukluğumda babamın bizi toplayıp götürdüğü uçurtma şenliği aklımıza geldi. Ne güzel günlerdi; eskiden Bursa’da Demirtaş’ta Uçurtma Şenliği düzenlenirdi. Sonra yitip giden birçok değerimiz gibi şehrimizin bu kültürel etkinliği de kaybolup gitti. Benim çocukluğum gibi o günleri hatırlayanlar eminim Demirtaş’ta düzenlenen Uçurtma Şenlikleri ile Çim Kayağı Şenliklerini hüzünle özlüyorlardır. Hatırlıyorum da o kadar keyifliydi ki. Hatta hiç unutmam çocuk halimde uzak doğudan –muhtemelen Çin- katılan yarışmacıların getirdiği kocaman ejderha uçurtmalar vardı gökyüzünde salınan; hani şu belgesel veya televizyon programlarından gördüğümüz. Ne kadar önemli bir kayıp anlıyorsunuz değil mi? Böyle bir şeyi görmek için ülkesine gitmeden veya televizyon gibi sanal bir ortamda izlemeden o sizin yerelinize geliyor, üstelik ticari kaygılar/trendler/markalar/dükkânlar gibi kültür erozyonu olarak değil yani. (Ha bir de işin başka boyutu var ki; o içler acısı. Kentimizde iç göç ile artan yeni nüfusun yerele adaptasyon yerine dağdan gelip bağdakini kovması, hadi kovamıyor da eskiyi bilmeden ahkâm kesmesi diyelim. Yenilenelim, değişelim, büyüyelim ama yozlaştırmadan.)
Bakalım, aileden geçen gelenek görenekler gibi daha başka hangi kültür ve alışkanlıklarımızı aktaracağımız faaliyetlerimiz olacak…
İlgili Yazılar: