Pazartesi, Kasım 17, 2014

ANNE OLAMADAN PREMATÜRE ANNESİ OLDUM

Başlamadan Önce 1: Bu yazı dizisi, mid-log'ta Tam Yeri Tam Zamanı kategorisinde aşina olduğunuz yazılardan farklıdır. Ama, gerçekten de  Tam Yeri Tam Zamanı! :)
Başlamadan Önce 2: Bu yazı, 17 Kasım Dünya Prematüre Günü'ne ithafen yazılmıştır.



 32. Hafta, 21 Aralık 2013 16:30, Uludağ Üniversitesi Tüp Bebek Merkezi, Bursa.

Doktor Barış Bey...........: - “İnci nasılsın?”
Ben........................... ......: - “İyiyim Barış Bey, bir sıkıntım yok.”
Doktor Barış Bey ve Asistanı...: - “Doğumhanede boş yer var mı? Hemen kontrol et, acil yatış yapacağız.”
Ben.................................: - “Hafta sonu bir rahatsızlık yaşamadım. Ama her zaman ki gibi.”
Doktor Barış Bey ve Asistanı.. .: “Gece acil sezeryana alabiliriz, belki geceye de kalmaz.”
Ben.................................: - “Biliyorsunuz, öyle anlatıldığı gibi çok hareket etmiyor."
Doktor Barış Bey ve Asistanı...: “Ben saat 18e kadar buradayım, bu arada bir şey olursa beni hemen çağır.”
Ben.................................: - “Sakin olacak galiba.”
Doktor Barış Bey ve Asistanı... : -“Hemen NTS’ye bağlayın”
Doktor Barış Bey..................: -“Kimliğin yanında mı İnci?”
Ben.................................: - “Ufaklık nasıl Barış Bey? Ben de göreyim. Evet yanımda.”
Doktor Barış Bey..................: -“Tamam, hemen ver kayıt yapsınlar.”
Ben.................................: - “Ne için?”
Doktor Barış Bey................: -“Senin için. Artık hiç sıvı kalmamış. Haftasonu hissetmedin mi? Hemen almalıyız. Şuan kalp atışları iyi ama her an değişebilir.”
Ben.................................: -“Nasıl ama? Ama ben hazırlıklı gelmedim, çantam bile yok?”
Doktor Barış Bey ve Asistanı....: - “Ciğer geliştirici iğneyi hemen yaptır.”
Ben.................................: -“Telefonumun şarjı da bitiyor. İyiydi Cuma günü.”
Doktor Barış Bey ve Asistanı....: - “Eğer vaktimiz olursa ikinci dozu unutma.”
Ben.................................: -“Yılbaşına 5 gün kaldı. 5 gün daha dursun. 5 gün için bir yaş büyük mü olsun.”
Doktor Barış Bey ve Asistanı...: - “Ama belki yapamayız. Hemşireye sordun mu, yer var mıymış?”
Ben.................................: -“ Eve gidip eşyaları mı alıp geleyim. Hem haber de vereyim.”
Doktor Barış Bey...........: -“İnci, ben şimdiden bahsediyorum, seni doğuma alıyoruz. 5 gün de ne?!”

Ve;
32. Hafta, 25 Aralık 2013 14:01 Çarşamba, Bursa. 
Minik Bade Bebek, 47 cm ve 1920 gr ile dünyaya "Merhaba" dedi.

Çok uzun bir yolculuktu. Çok bekledim, çok özledim. 

Öncesindeki ilaç tedavisini saymazsak bu yorucu yolculuğun ilk adımları 2009 yılında uterus ve overde laparoskopik yapılan endometriozis ameliyatı ile başladı. 
Ardından tekrar ilaç tedavisi. 
Sonra vücudun kendini toparlayabilmesi için geçen aylar... 
Folikül ölçümleri… 
Ovulasyon setleri … 
Akışına bırakma… 
Vazgeçme…
Umut… 
Hayalkırıklıkları… 
Aylar, aylar boyu. 
En sonunda ise mikroenjeksiyon.

2012 Aralık ayında Uludağ Üniversitesinin doktorlarından Dr. Kemal Özerkan’ın elimizden tutmasıyla Dr. Barış Ata'yı tanıdık, ekibi ile tüp bebek tedavisine başladık. Aslında o gün zor zamanları geride bıraktım sanmıştım ama yeni başlamışım. Duygusal olarak (insan, fiziksel sıkıntıları hiç mi hiç önemsemiyor böyle bir yolda) oldukça yıpratıcı geçen   tedavi süreci sonunda Haziran 2013’te tedavinin ilk etabının başarı ile sonuçlandığını öğrendim. Detayları anlatsam ayrı bir yazı olur :)

Çok sevindim. Artık rahata erdim dedim. Olmadı, yine yolun başındaymışım. Doktorum test sonucuna hemen itibar etmemem gerektiğini, o minik hücrenin önünde 2,5 aylık bir dönem olduğunu söyledi. Haklıydı. Çünkü, laboratuar sonuçları bir iyi bir kötü çıkıyordu, ultrasonda gebelik kesesi sıkıntılı görünüyordu. 

Günler geçti, haftalar geçti. Yine detayları yazmıyorum :)

Ama oldu! Tahlil sonuçlarında değerler yükseldi, kesenin şekli düzelmeye başladı, ultrasonda minik bir şeyler görünmeye başladı. Tarama testleri yapıldı. O dönemler de atlatıldı. 

Artık hamileyim diyebilirdim, keyfini çıkarabilirdim. Dilediğimce kilo alabilirdim. Karnımı gere gere dolaşabilirdim. İstediğim kadar uyuyabilirdim. Geçen senelerin acısını çıkarabilirdim. Yuppi! (mi acaba? :D )

***

19. Hafta: Ultrasonda biraz sıkıntı var anlıyorum. Doktor dile getirmiyor ama benimle  de konuşmuyor. Ekranın içine girecek neredeyse. Cihazda değişik tuşlarına basıp basıp duruyor. Önceki kontrollerde hiç böyle yapmazdı. Of çok pimpirikli oldum ben, doktoru takip ediyorum. Belki de cihazı deniyordur. Neyse. Ben keyfini çıkarayım bu anın, birazdan bana anlatır nasıl olsa.
  
21. Hafta: Yaşasın. 40 haftalık yolculuğun yarısına geldiğim için doktor beni daha sık kontrole çağırmaya başladı. Aslında bana her gün gel dese, herhalde ufaklığı görmek için koşa koşa gelirim. Bak, yine çok yoğun bu doktor. Yorgun mudur nedir? Gene bana pek bakmıyor. Acaba yanlış saatlerde mi geliyorum? Bu ultrason cihazının ne çok farklı göstergesi varmış. Geçen hafta bunlara hiç bakmamıştık. Doktor da benimle birlikte öğreniyor sanki, sürekli cihazda bir şeylere bakıyor. Azıcık bana da anlatsa ya.

Doktor Barış Bey: -“İnci, henüz bir problem diyemem. Ama temkinli olmalıyız. Amniyon sıvısı artmamış. Bu birkaç şeyden olabilir. Bunlardan biri de bebekle ilgili sıkıntı olabilir. Bunun olup olmadığını öğrenmemiz gerek. Olabilir de olmayabilir de. Lütfen şimdiden problem yaratma. Hemen haftayı geçirmeden perinatolog tarafından detaylı usg yapılmalı.”

21. Hafta: Tam rahatladım diyordum, keyfini çıkaracağım diyordum, kocaman bir göbişim olacak diyordum. Depresyon beni sarıp sarmaladı. Büyük stres altında tanınmış bir perinatologtan randevu aldım. Perinatolog ile tanışınca, birbirimize hiç uymadığımızı anladım, enerjilerimiz tutmadı. Ama elden ne gelir, ağzından çıkacak iki cümleye muhtacım. Kontroller tamamlanıncaya kadar dakikalar geçmedi. Kaç saat kaldım. İkramı geçtim, bari bir bardak çay verseydiler, hiç olmadı hazır paket kahve :( Neyse, bunu da geçtim. Eve gider içerim, kahve olmadığı da iyi oldu aslında. Şükürler olsun ki kalpte ve böbreklerde sorun yok! Ama perinatolog aşırı güvenlik sınırında kalmayı tercih ettiği için kromozom anomalisi için amniyosentez şartı ile randevuyu bitirdi ve raporu bu zorunlulukla imza karşılığı teslim etti.

22. Hafta: Bu kadar hafta hasta olmama rağmen stresten gerçekten hasta olup yatağa düştüm. Ancak birkaç gün sonra kendimi toprlayabilip amniyosentez için yine Uludağ Üniversitesine gittim. Barış Bey ve Seher Hemşire benimle aynı kaygı düzeyinde işleme başladılar. Galiba onlarda benimle birlikte gülüp benimle birlikte ağlıyorlar. Kendimi burada huzurlu ve güvende hissediyorum. Minik bebeğim sakin davrandı ve sıkıntı yaşamadan eve dönebildim. İstirahatle geçen birkaç günden sonra ilk sonuçları aldık. Kromozom anomalisi yoktu. Depresyondan çıktım. Artık omuzlarımda külçe gibi bir ağırlık kalmamıştı. 

24. Hafta:
Doktor Barış Bey: -“İnci, çok zor bir dönem atlattık. Ancak amniyo sıvısı artmıyor, bebek büyüyor. İçeride ne kadar kalabilir ki. Artık çok dikkatli olmalıyız. Her an doğum gerçekleşebilir. Tabi daha uzun haftalar da kalabilir. Artık haftada iki gün kontroller ile durumu takip edeceğiz. Her seferinde doğum olacakmış gibi düşün. İşe de bir süre ara versen iyi olur, vücudunu yormamalısın.”

***

Böyle böyle geçen haftalardan sonra doktorumuzun titiz kontrolleri sayesinde minik Bade 32. haftasında herhangi bir hafta geriliğine sahip olmadan spinal sezeryan ile dünyaya geldi. Doğumumu riskli bir doğum olduğu için o gün yeni tanıştığım bir ekip yaptı. Serbülent Bey ve birlikte çalıştığı Barış Bey’in eşi doktor Ayşe Hanım. Yeni yüzleri maskelerinin ardında görmek ilginç bir deneyim oldu. Ama gidecek bir yerim yoktu :) o bebek doğmalıydı :))

Bade’nin dünyaya gelişinde dört çok önemli isim hayatımızda vazgeçilmezlerimiz oldu:
  1. Dr. Kemal ÖZERKAN 
  2. Dr. Barış ATA ve Dr. Berrin AVCI
  3. Dr. Ayşe ATA
  4. Dr. Serbülent ORHANER

Ne uzun bir yolculuk!

Bu kadar heyecandan sonra doğum korkusundan ziyade bebeğimi görememe korkusu yaşadım. Çok korktum. Canımdan can geliyor, ya göremezsem, dokunamazsam?! Ama o küçük beden filmlerdeki gibi bir ağlama sesi ile yanımda beliriverdi. Mucize! Bu bir müzice! İçimde saklanan minik! Karnımdan çıktı, elleri ayakları, başı, bedeni, benim karnımdan çıktı! Aylardır içeride saklanıyordu! Birbirimize baktık, eli ile yüzüme dokundu.

O an için nefes alışı iyi olduğundan  hemşire hızlıca  odaya götürerek babası ve aile aile fertleri ile tanıştırdı. Sonra ise hızlıca anne karnında gibi kuvözde yaşam mücadelesine devam etmeye gitti.

Çok acıydı. Odaya geldim, odam kalabalık, her şeyim var. Ama içim buruk, korkum çok.

Biraz daha içimde kalsaydın be çocuk! Güvenmek zorundayım, düşünmemek zorundayım... Doktor ve hemşirelerin tecrübelerine güvenmek zorundayım: "O sıcak kuvözünde huzurla yaşayacak..."

Eve geldim. Hani 3 kişi gelecektik. Hep öyle deniyordu. Kendi ağrım sızımla ilgilendim. Yavrum yok. Gündüzü de geceyi de anlamadım, ağrıyı da sızıyı da. 

Tebrik telefonlarını açsam mı acaba? Telefonun şarjı bitse de önemli değil, dünya bana dönmüyor. Bugün beni özledi mi kızım? Acaba rahat nefes alabildi mi? Bir şey olsa bana söylerler mi? Doğruyu söylerler mi? Ya hemşiresi uykusuz ise? Ya dokunurken dikkati dağılırsa? Sütümü istediler ama içebildi mi? Belki uğraşmak zor gelmiştir içirmemişlerdir? Çıplaktı, üşüyordur orada, kuvöz sıcak dediler ama üşür o, ben annesiyim bilirim.

Yine de binlerce kez şükürler olsun ki hastane maceramız 8. gün eve gelişimiz ile bitti. Evde de 1 ay kadar çok ciddi bir bakım uyguladık. 

Vücut ısısını çoğunlukla korusa da henüz yağ tabakası tam gelişmediğinden vücudu ısı kaybına uğrayabiliyordu. En küçüğü bile çok büyük gelen kıyafetleri ile sıcaklığını korumaya çalışıyorduk. Gün içinde defalarca dijital termometre ile ölçüm yapıyorduk. Sürekli tıkanıyordu, nefes alırken bazen unutuyordu. Eğimli güvenli yatış yastığı minicik bedeni için neredeyse bir yatak genişliğindeydi. Nefesi soğuk hava ile soğuyup ciğerlerini üşütmesin diye battaniyeden çadırlar yapmıştık. 24 saat hiç kesintisiz başında nefes alıp almadığını nöbetleşe takip ediyorduk. Gece hep odanın ışığı açıktı. Gözümüzü hiç kırpmadık. Bir damla bile içsin diye dakikalarca süt sağdım. Bezi bedeninden büyüktü. Parmakları, elleri, ayakları oyuncak bebek gibiydi. Hele yüzü, hele hele ağzı, burnu, gözleri. Tulumunun şapkası ile büyük gelip başından sıyrılıyor, burnunu kapatıyordu. Evde bebek vardı ama hiç sesi yoktu. Hep uyuyordu. Hep bizi korkutuyordu. 

1 ay böyle geçti. Ne misafir kabul ettik, ne de kendimiz rahat olabildik. Olması gereken doğum haftasına ulaşınca evde sürekli ağlayan bir bebeğim oldu! Yaşasın! Neredeyse hiç uyumadan, gün içinde sadece şekerlemeler yaparak 2 ay geçmişti.  Kucakta kaybolan bebeğimin, artık sesi çıkıyordu! Bezi daha rahat oluyordu. Bu bile mucizeydi, bir bez bile, bezin büyüklüğü bile! Artık evde maskesiz dolaşma lüksünü tanıdık kendimize. Artık, el dezenfektanlarını da biraz daha az kullanabilirdik. Yaşam mücadelesi açısından zorlu dönemi atlattıktan sonra kızım artık diğer bebekler ile aynı kategoriye ulaşabilmişti. Biz de artık üzerimizden o psikolojiyi atmalıydık.

Zor oldu, çok zor oldu. Anne olamadan prematüre annesi oldum. Anneliği aylar sonra yaşayabildim.

Bugünümüze şükürler olsun. 
Miniğinden kocamanına kadar tüm kuzucuklarımızı;
 Allah korusun, nazarlardan saklasın, mutlu yaşamlar nasip etsin, Hepsine Mâşallah.

Bunların böyle yaşanacağı varmış. Bundan sonramız sağlık sıhhat afiyet içinde olsun.



Tüm annelere ve prematüre annelerine sevgilerimle…


Hiç yorum yok :

Yorum Gönder